1 Ağustos 2012 Çarşamba

Fas Gezi Rehberi (Şubat 2012) Kazablanka, Rabat, Fez, Meknes, Marakeş, Essaouira...


Fas: Mistik, egzotik ve fantastik...

- ÖNSÖZ -
Yazımızın başlığına Fas gezi rehberi dedik ancak bu yazı, bir rehberden çok bizim gezi anılarımızdan oluşuyor. Tabi ki mümkün olduğunca rehber niteliğinde bilgiler de vermeye çalıştık ancak her konuda eleştiriye kapalıyız. Mümkün olduğunca imla hatalarını düzeltmek için gayret gösterdik.
Fas hakkında bir ön bilgi veya detaylı bir açıklamada bulunmayacağım lakin bunlar ile alakalı birçok faydalı web sitesi adresine yazının sonunda ulaşabilirsiniz. Şu bilgiyi aklınızda tutarak okursanız daha verimli olacağını düşünüyorum: Kabataslak olarak 1 Euro = 2,5 TL = 10 Fas Dirhemi
Oldukça uzun bir yazı okuyacaksınız. Sıkılmadan ve keyifle takip etmeniz dileğiyle...

Kemal & Berna
--------------------------------------------------
Aralık, 2011. Istanbul’da soğuk ve kasvetli bir kış günü. Eve kapanmak zorunda kalıp laptop’un başında sıkılarak vakit öldürmeye çalışıyor ve çeşitli fırsat sitelerine göz gezdiriyorum.  Birden gözüme Fas gezisi takılıyor. Marakeş’te dört gece konaklama 289 TL.
Uygun fiyatın cazibesine kapılarak detaylara bakıyorum ve salonda oturan nişanlıma sesleniyorum;
-  Hayatım, Fas’a tatile gidelim mi?
Berna, şaka yaptığımı sanarak odaya geliyor ama bir yandan da ekrandaki yazılar gözüne ilişiyordu. Ciddiyetimi fark etmesi şaşkınlığını arttırıyor ancak tepkisizce bakakalıyordu. İşte hiç hesapta yok iken gerçekleştirdiğimiz Fas serüveni böyle başladı.
Fırsat sitesinden siparişi veriyor ve ufak ufak planlamalara başlıyoruz. İlk işimiz uçak biletlerini ayarlamak. Mısır’a uygun biletler olduğunu bildiğimizden Fas’ı da aynı kategoriye sokuyoruz ancak yanılıyoruz. En uygun biletler Fas ve Arap havayollarına ait ve kişi başı, gidiş dönüş 700 TL civarı.
Aradan iki hafta kadar geçtikten sonra gene bir tesadüf üzerine imdadımıza THY yetişiyor. O ana kadar varlığından haberdar olmadığımız ‘geleneksel Sevgililer Günü kampanyası’ ile 14-22 Şubat tarihleri arası için iki kişi, gidiş dönüş 1000 TL’ye biletlerimizi alıyoruz. Uçuşlar İstanbul – Kazablanka arasında olunca, Fas’a gitmişken yalnızca Marakeş’te kalmaktansa birkaç büyük şehir daha gezmeye karar veriyoruz.
Sıra geldi benim en sevdiğim kısıma. Gidilecek ülkeyi ve şehirleri internetten araştırmak ve bir yol haritası çıkarmak. Bilgisayar başında bir hafta boyunca her gün 2-3 saat harcayarak yavaş yavaş taşları yerine oturtmaya başlıyorum. Fas, benim için gideceğim ilk yabancı müslüman ülke, Berna için ise ilk yurt dışı gezisi olacak. Her şeyin planlandığı gibi olmasını istiyoruz.
virtualtourist, tripadvisor vb. sitelerden gidilecek şehirler ile ilgili genel bilgi toplanıyor ve bu şehirlerde gezilecek yerler ile alakalı turistik ve tarihi bilgiler derleniyor. Diğer yandan ise valiz içeriği ile ilgili gerekli bilgileri toparlayıp bu işi Berna’ya yüklüyorum. Pratik bilgiler için ekşisözlük imdadıma yetişiyor.
Artık kaba taslak rotamız belli: Kazablanka – Rabat – Fez – Marakeş – Kazablanka

Diğer kalınacak şehirlerdeki konaklama sorununu hostelworld.com sitesinden çözüyoruz ve beğendiğimiz, merkezi konumdaki hosteller için rezervasyonları yaptırıyoruz.

Google Earth’ten her şehir için tripadvisor ile virtualtourist’in tavsiye ettiği ve ilgimizi çeken yerleri iğneliyorum ve her şehir için bir .kmz dosyası oluşturuyorum. Emektar navigasyon cihazıma Fas haritasını bir aylık kiralayarak indiriyorum ve tüm Google Earth dosyalarımı cihaza aktarıyorum.  

Evet, artık her yer elimizin altında ve teknolojinin bu nimetinden faydalanmak Fas gibi kaybolmamanın imkansız olduğu şehirlere sahip bir ülkede son derece sorunsuz bir gezi geçirmemize yarayacak.

Ziyaret edeceğimiz şehirler arası en kolay ulaşım şeklinin tren ile olacağına kanaat getiriyoruz ve Fas Devlet Demiryolları'nın web sitesinden ihtiyaç duyacağımız gün ve saatlerdeki tren seferlerini de inceleyip not aldıktan sonra yol haritamızı tamamlıyoruz. Elimizde, benim hazırladığım ve yazıcıdan çıkartarak ciltlettirdiğimiz yol haritası kitapçığımız, çeşitli web sitelerinden derlediğimiz, Fas ve gideceğimiz şehirlere ait genel ve tarihi bilgi içeriği ile dolu bir diğer kitapçığımız, beğendiğimiz bir blog yazısından alıntılar içeren gezi rehberimiz, tam donanımlı bir navigasyon cihazımız ve netbook’umuz var.
Uzun tren ve uçak yolculukları film izlemeden geçmez diyerek bir arkadaşımdan netbook’unu ödünç alıyor ve birkaç film aktarıyorum. Koskoca laptop’la gitmenin manası yok keza bol bol yürüyeceğiz ve ağırlığımızın az olması gerekiyor.
Tek valiz ve gün içerisinde yanımızda taşıyacağımız bir sırt çantası ile gitmeye karar veriyoruz ve valizimizi hazırlıyoruz. Evet, valizdeki eşyaların beşte dördü Berna’nın ve ben yanıma sadece iki tişört, iki kot, bir yağmurluk, bir gömlek ve bir ceket alıyorum. Valizi güç bela kapatıyoruz ve günlerden 14 Şubat...
Uçağımız 09:55’te. Sabahın sekizinde, Atatürk Havalimanı’nda uykulu gözler ile gerekli işlemleri yapıp kahvaltıya koyuluyoruz. Tam olması gereken saatte uçağa alınıyoruz ve yaklaşık beş saatlik uçuşumuz başlıyor. Ama o da ne? THY ile bizim beğenmediğimiz Fas havayolları’nın ortak uçuşuna denk geliyoruz ve uçak hınca hınç Fas’lı dolu. Alkol almak istiyoruz ama onca bilgi toplamış olsak ta gideceğimiz ülkenin günlük hayatını ve adetlerini tam bilmediğimizden cayıyoruz. Hem indiğimizde dünyanın en büyük ikinci camii’ni ziyarete gideceğiz ve falso vermek istemiyoruz.
1.GÜN: KAZABLANKA
Yerel saat 13:00’te iniyoruz ve telefonlarımızı açıyoruz. Tatil için satın aldığım yurt dışı konuşma paketinin rahatlığıyla ailelerimizle görüşüyoruz. Pasaport kontrolü uzun sürüyor ama görevlilerin hepsi , Türk olduğumuzu görünce bize samimi davranıyorlar ve işimizi hallederek valizimizi almaya gidiyoruz. Ufak bir karmaşadan sonra valizimizi buluyoruz ve havaalanı içindeki döviz bürosunun yerini soruyoruz.

İlk hatamızı burada yapıyoruz ve gereğinden fazla döviz bozduruyoruz. Havaalanındaki kur dışarıya göre yüzde 10’dan fazla düşük. Nakit ihtiyacımızı da hallettikten sonra tabelaları takip ederek havaalanının altındaki tren istasyonuna ulaşıyoruz, tren biletlerimizi alıyoruz ve yürümeye koyuluyoruz. İşte bu anda ilk ‘Fas’a hoşgeldiniz’ karşılaması ile tanışıyoruz.

Merdivenin sonunda duran amcaya valizimizi kaptırıyoruz ve arkasından koşar adımlar ile takip ediyoruz.  Bir hayli yürüdükten sonra amca, kendi uygun gördüğü kopartmana bizi yerleştiriyor ve bahşiş için avucunu açıyor. Cebimden 5 dirhem çıkarıp veriyorum ama suratını ekşitiyor. Bir 5 dirhem daha kaptırdıktan sonra trene binip beklemeye koyuluyoruz.

Yarım saatlik bir yolculuktan sonra Casa Voyageurs istasyonunda iniyoruz ve taksi tutmak için dışarı yürüyoruz. Taksiciler, garın kapısında adeta bir Çin Seddi oluşturmuşçasına bizi bekliyor ve turist olduğunu anladıklarına hemen yapışıveriyorlar.

Daha önce internetten edindiğim pratik bilgileri kullanarak kapıdan çıkar çıkmaz gideceğimiz yere verilen fiyatları reddediyor ve umursamaz tavırlar sergiliyorum. Fas’ta iki tip taksi var. Biri grande taxi denilen manda kasa eski Mercedes’ler, diğeri ise nispeten daha ucuz olan Fiat Uno, Peugeot 106 ve benzeri minicik, dokunsanız dökülecek vaziyetteki eski arabalardan oluşan petit taxi’ler. Otelimize ulaşımın petit taxi ile 10 dirhem olması lazım ancak kapıda 50 dirhem’den başlayan pazarlıkları en son 20 dirhem’e bitirebiliyorum ve yola koyuluyoruz. 

Kısa bir süre sonra Kazablanka’da tek gece kalacağımız hostel olan ‘Hotel Central’e ulaşıyoruz. Fiyatı uygun ancak derme çatma bir yer olmasına karşın isminden de anlaşılacağı gibi merkezi bir konumda olmasından dolayı burayı tercih etmiştik.

Resepsiyonist, pasaportlarımızdan Türk olduğumuzu anlayınca yapıştırıveriyor bildiklerini arka arkaya: Abdullah Gul, Galatasaray, one minute...

Eğlenceli bir karşılamadan sonra odamıza çıkıyor ve yerleşiyoruz. Artık yükümüzden kurtulup Kazablanka’yı keşfetmenin vakti geldi. Gerekli eşyaları sırt çantasına koyup atıyoruz kendimizi dışarı. Hava harika ve buram buram yosun kokuyor... 

Navigasyon cihazını açıp uyduya bağlanmasını bekliyorum ve yaya moduna alarak ilk rotayı belirliyorum: 2.Hassan Camii

Kısa bir süre sonra tüm heybeti ile 2.Hassan Camii’nin minaresi beliriyor ve adımlarımız daha da serileşiyor. Camii’nin bulunduğu meydana vardığımızda karşımızda duran devasa yapının heybetiyle ağızlarımız açık birbirimize bakıyoruz ancak bu daha bir başlangıç.

 

2.Hassan Camii, Fas’ta gayrimüslimlerin ziyaret etmesine müsaade edilen nadir ibadethanelerden. Dolayısıyla etrafımızda birçok yabancı turist var. Etraftaki insanları takip ederek devasa bir kapıya ilerliyoruz ve ben ayakkabılarımı çıkararak erkeklere açık bölümü gezmeye başlıyorum. İnanılmaz bir mimari, harikulade el işçilikleri! Gezimi tamamlayıp bol bol fotoğraf çektikten sonra dışarıda beni bekleyen Berna ile buluşuyorum ve bu sefer bayanlara açık olan kısıma ilerliyoruz. Berna’yı beklerken sayısız fotoğraf çekiyorum ve her on adımda bir arkamıza dönüp bu muhteşem yapıya bakarak ikinci rotamıza doğru yola koyuluyoruz.

  

Bize doğru yürüyen birkaç genç kızdan camii ile birlikte fotoğrafımızı çekmelerini istiyoruz ve fotoğraf çekildikten sonra kızlara teşekkür etmek için ‘şükran’ diyorum. Kızlar gülüşerek ve aralarında konuşarak uzaklaşıyorlar. O an, Fas’ta özellikle genç kuşak arasında en yaygın dilin Fransızca olduğunu hatırlıyor ve birisine teşekkür etmek için ’merci’ demenin daha yerinde olacağına kanaat getiriyorum.

 

İkinci durağımız Kazablanka’nın modern kesimi olan La Corniche yani Kordon Boyu. Navigasyon cihazımızın talimatları ile yürüyoruz ve etrafı inceliyoruz. Yarım saatlik bir yürüyüşten sonra şehrin çehresi iyice değişiyor ve kendimizi lüks kafelerin, lüks spor arabaların cirit attığı sahil kesiminde buluyoruz. Akşam olmak üzere ve Fas’lı delikanlılar ile genç kızlar şıkır şıkır giyinmiş, sokakları arşınlıyor.

  

Kordon boyundaki kafelerin coğunun alt katlarında spor salonları bulunuyor ve birçok Fas’lı okyanus manzarasının keyfini çıkara çıkara koşu bandında spor yapıyor. İlk günün yorgunluğu ağır basıyor ve bir kafeye girip tatlı ve kahve sipariş veriyoruz.

  

Siparişlerimizi bitirip biraz dinlendikten sonra planladığımız gibi Kazablanka’nın eski medinası içinden yürüyerek akşam yemeği için kararlaştırdığımız iki restorandan birine varmak üzere geri dönüş yoluna koyuluyoruz. Ayaklarımız artık pes etmek üzere ve 2.Hassan Camii’ne kadar taksi ile gitmeye karar veriyoruz.  Taksiden indikten sonra akşam güneşi ile daha bir güzelleşen 2.Hassan Camii’ne son kez bakarak medina’ya yürüyoruz.

  

Bir saat evvel gördüğümüz şehrin o modern kesiminden çıkıp bir anda kargaşa, keşmekeş dolu medina’nın daracık sokaklarında ilerliyor ve ufak meydanlara kurulu pazar tezgahlarına göz gezdiriyoruz. Bir yandan sırtı yük dolu eşekler ve kamikaze uçağı gibi ölümüne ilerleyen mobiletli sürücüler ile daracık sokaklarda köşe kapmaca oynuyor, diğer yandan mahalle kasaplarından birinin, tavuk almak isteyen bir müşterisine kafesten canlı tavuğu çıkarıp, boynunu vurarak saniyeler içerisinde tüylerini yolmasına ve paketleyip satmasına şaşkın gözler ile bakıyoruz.

Keyifli bir yürüyüşün ardından akşam yemeği için ilk seçeneğimiz olan Rick’s Cafe’ye ulaşıyoruz. Meşhur ‘Kazablanka’ filmine de konu olan bu restoranda yemek yiyebilmek öncelikli planımız. Ancak kapıdaki görevli tüm masalarının dolu olduğunu ve bizi rezervasyonsuz alamayacağını söylüyor. Yüklü bir hesap bırakacağımızı söylemek te bir işe yaramıyor ve ufak bir hayal kırıklığı ile yedek planımızı devreye sokuyoruz.

Kısa bir yürüyüşün ardından ‘La Squala’ya varıyoruz ve eski kale surlarından oluşan girişinden geçerek içeri ilerliyoruz. Kapıda bizi nazik bir hanımefendi karşılıyor ve masamızı seçiyoruz. Şu meşhur ‘tajin’i tatmanın artık vakti geldi...

 

Harika bir ‘Sevgililer Günü’ akşam yemeğini Fas’ın geleneksel içeceği olan nane çayı ile bitirerek artık harap düşmüş bedenlerimizi biraz dinlendirebilmek için otelimize doğru yola koyuluyoruz.

Uyumadan evvel odadan netbook’u alarak otelin giriş katındaki ortak oturma alanına inmeye ve wi-fi ile internette biraz takılmaya karar veriyoruz. Bu arada, nişanlısı Fas’ta olduğu için sürekli gidip gelen bir Türk ile tanışıp sohbet ediyoruz. Derken yirmili yaşlarda Türk bir çift yanımıza oturuyor ve birbirimize tatil planlarımızdan bahsediyoruz. 

2.GÜN: RABAT 

Erken uyanıp valizimizi toparlayarak kahvaltıya iniyoruz keza saat 11:00’daki Rabat trenini kaçırmaya hiç niyetimiz yok. Kahvaltımız oldukça basit ama bir o kadar da lezzetli: Ufak bazlamalar, lavaş, tereyağı, portakal ve çelik reçeli ile çay ve taze sıkılmış portakal suyu.

Çıkış yapıp Casa Port tren istasyonuna yürüyoruz ve Rabat Agdal durağı için biletlerimizi alarak trenimizin kalkacağı perona ilerliyoruz. Rabat’ta gezilecek yerlere en yakın tren istasyonu Rabat Ville ancak bu bölgede kalabileceğimiz uygun fiyatlı bir yer bulamadığımızdan beş dakika mesafedeki Rabat Agdal istasyonunun hemen yanı başındaki Ibis Hotel’de kalacağız.

Bir saatlik yolculuktan sonra trenden inip yavaş adımlarla dışarı çıkıyoruz ve etrafımızı saran taksicileri pas geçerek elli adım mesafedeki otelimize yerleşiyoruz. Güler yüzlü resepsiyonist, odamızın henüz hazır olmadığını söyleyince hiç vakit kaybetmeden valizimizi emanete bırakıp sırt çantamızı hazırlıyor ve tekrar tren istasyonuna dönerek bir durak mesafedeki Rabat Ville için biletlerimizi alıyoruz.

İstasyondan çıkar çıkmaz başkentte bulunduğumuzu tekrar hatırlıyoruz çünkü her halinden resmiyet akan bir şehirdeyiz. Caddeler, sokaklar Kazablanka’ya göre çok daha temiz ve düzenli, tabelalar daha kullanışlı.


İlk durağımız şehrin göbeğinde olan 5.Muhammed mozolesi. Sanıyorum bizim için Atatürk ne ise Fas’lılar için de 5.Muhammed o. Bağımsız Fas’ın ilk kralı ve biz de Fas’lıların anıtkabirini görmeye gidiyoruz. Mozoleye yaklaştıkça atlı gardiyanlar ile nöbetçiler beliriyor ve kendimizi mozolenin bulunduğu meydana atıyoruz. Mozolenin önünde lisanslı bir rehber amca ile tanışıyoruz ve her ne kadar elimizde yeterli bilgi bulunsa da amcanın bize rehberlik etmesine müsaade ediyoruz.

 

Yirmi dakika kadar hiçbir kaynakta bulamayacağımız bilgiler de dahil olmak üzere anlatıyor bize rehber amca. Altın kaplamalı işlemeler ve Pakistan’dan özel olarak getirtilmiş oniks taşı ile kaplı mezarlar göz kamaştırıyor. 5.Muhammed’in bir yanında önceki gün adına yapılmış camii’ni ziyaret ettiğimiz 2.Hassan, diğer yanında ise onun kardeşinin mezarları bulunuyor. 

  

Rehber amca ile hatıra fotoğrafı çektirip ayrılarak meydanın diğer ucundaki ‘Hassan Kulesi’ne yaklaşıyoruz.  12.yüzyılda dünyanın en büyük minaresi olmak üzere yapılmaya başlanıp yarıda kalmasına rağmen hala heybetli bir görüntü sergiliyor.

Bir sonraki durağımız için ufak bir yürüyüşten sonra taksiye binerek Kasbah of the Udayas’a hareket ediyoruz.  İlk olarak devasa kapılı surlardan geçerek yemyeşil avlusu ile müzesini ziyaret ediyoruz ve içerilere doğru yürümeye başlıyoruz.

 

Kalenin köşesinden dönmemizle birlikte surların kahverengi tonları kendini beyaz ve masmavi boyanmış duvarlara sahip sokaklara bırakıyor. Bir an için bir Yunan adasında olduğumuzu düşünüyoruz ve labirent gibi sokaklardan geçerek muhteşem deniz manzaralı çay bahçesine varıyoruz.

  

İki nane çayı ile biraz hamur işi tatlı alarak biraz önce gezdiğimiz Hassan Kulesi’ni uzaktan izliyor ve okyanus kokusunu ciğerlerimize çekiyoruz.
Son durağımız Chellah: Taksiye atlayıp 15 dakikalık bir yolculuktan sonra eski surların ve kalıntıların olduğu Chellah’a varıyoruz. Binalara ait eski baca ve kule kalıntılarının üzerine yuva yapmış leyleklerin şarkıları eşliğinde yeşil ile maviye doyarak bol bol fotoğraf çekiyoruz.
Artık dönüş zamanı. Hala vaktimiz var ve yürümeye karar veriyoruz. Parlamento binasına doğru yola koyuluyoruz ve resmi binaların önünde birkaç fotoğraf çekmek istiyoruz. Kapıda dikilen nöbetçilerden fırça yiyoruz ama ben gene de çaktırmadan çekiyorum istediğim fotoğrafları.
Yorulmaya başladığımızı hissedince taksiye binmeye karar veriyoruz ve yoldan rastgele bir tanesini çeviriyoruz. Uzaktan boş olduğunu sandığımız taksinin ön koltuğunda yaşlı bir teyze oturuyor ve taksici yanımızda durup nereye gideceğimizi soruyor. Tren istasyonuna gideceğimizi söyleyince yanındaki teyze ile bir şeyler konuşup binmemizi söylüyor. Taksicinin ben söylemeden taksimetreyi açması ile şaşırıyorum ve aralarında ne konuştuklarını tahmin etmeye çalışıyorum.
Çok geçmeden tren istasyonuna varıyoruz ve taksiciye birkaç dirhem de fazla vererek arabadan iniyoruz. Yaşlı teyzenin yolculuğu da bizim sayemizde bedavaya gelmiş oluyor ve hayır duasını alıyoruz.
Trene binip otelimize dönüyor ve lobiye iniyoruz. İkimiz de geldiğimizden beri alkol aşeriyoruz ancak Fas’ta alkol satan yer bulmak çölde vaha bulmak kadar zor. Ya bizdeki 3M Migros misali büyük süpermarketlerde akşam belli saatlere kadar tamamen ayrı bir bölümde satılıyor ya da uluslararası misafir ağırlayan otellerin barlarında. Ibis’te kalmanın verdiği avantajı kullanarak buz gibi ‘Casablanca’ biraları mideye indiriyoruz.
Odamıza çıkıp kısa bir dinlenceden sonra üstümüzü değiştiriyor  ve aşağı iniyoruz. Otelin açık büfe akşam yemeği gayet güzel görünüyor ve fiyatları uygun ancak otele tıkılıp kalmak istemiyoruz ve kendimizi sokağa atarak bulunduğumuz bölgenin merkezine doğru yürüyoruz. Bağdat caddesi’nin 15 sene önceki halini andıran bir caddede yürüyerek etrafı inceliyoruz ve bir McDonalds’a rastlıyoruz. Girişinde kocaman resmi bulunan bir menü iştahımı kabartıyor ve içeri dalıyoruz.
İçerisi hınca hınç dolu ve tamamı piyasa gençliği. Kesif bir kızartma yağı kokusu her yeri kaplamış durumda ama ne olursa olsun o fotoğrafta gördüğüm burgeri denemeliyim. İki McFondue menü alıyoruz ve ne kadar isabetli bir karar verdiğimizi konuşarak yiyoruz. Menü beni kesmiyor ve bir burger daha alıyorum.
Tüm günün yorgunluğu ve koskoca burgerleri mideye indirmenin verdiği ağırlık ile otele dönmeye karar veriyoruz. Karanlık sokaklardan geçerek otelimize varıyoruz ve bir süre daha alkolsüz kalabileceğimizi düşünerek bara geçiyoruz. Bir yandan votkalarımızı yudumlarken ben tv’deki futbol maçına bakıyorum, Berna ise facebook mesajlarına cevap yazmakla meşgul.
3.GÜN: FEZ
Rabat’ta görmek istediğimiz tüm yerleri koşuşturmadan ve rahatça gezebilmiş olmanın vermiş olduğu mutluluk ile uyanıyoruz ve otelde kahvaltımızı yapıyoruz. Çıkış işlemlerinden sonra 10:07’deki Fez trenine biletlerimizi alıyoruz ve iki buçuk saatlik yolculuğumuz başlıyor. Fez, en az Marakeş kadar merak ettiğim ve beni heyecanlandıran bir şehir.
Ülkenin ismi, birçok dilde Morocco, Maroc ve benzeri kelimeler ile adlandırılmış olmasına rağmen zamanında Osmanlı İmparatorluğunun Kuzey Afrika’da ilerleyebildiği en uzak toprakların Fez şehri olmasından dolayı dilimize Fas olarak yerleşmiş.
Fez’e varıyoruz ve Fas’ta gördüğümüz en görkemli tren garından çıkarak taksicilerin yanına yanaşıyoruz. Hussein ile tanışarak pazarlık ediyoruz ve 25 dirheme anlaşıp, bizi kalacağımız hostele götürmesini istiyoruz. Yolda, taksici bizi çevrede görülebilecek diğer yerlere götürebileceğini söyleyerek bir fiyat listesi çıkarıyor ve arkaya uzatıyor. Bir yandan listeyi incelerken diğer yandan sohbet ediyoruz Hussein ile.
Günübirlik Meknes turunun 400 Dirhem olduğunu görüyorum oysa ki ben çoktan planımı yapmışım. Fez’de kalacağımız günlerden birini Meknes için ayıracağız ve ulaşım otobüs ile olacak.
Fez, dünya üzerinde orta çağdan kalmış şehirler arasında en iyi korunmuş olan üç tanesinden biri ve UNESCO Kültür Mirasları Listesi’nde.  Yirmi dakikalık bir yolculuktan sonra Hussein, bizi Bab Boujloud kapısına getiriyor ve buradan sonra yürüyerek devam etmek zorunda olacağımızı söylüyor.
Hussein ile vedalaşarak muhteşem mozaik işlemeleri ile göz kamaştıran Bab Boujloud kapısından Fez’in en büyük medinası olan Fes el Bali’ye giriyoruz ve navigasyon cihazının talimatlarına uyarak kalacağımız hostel olan Dar Hafsa’ya doğru ilerliyoruz.
Yürümeye devam ettikçe, Fas gezisinde ziyaret etmeyi planladığımız şehirler içinde neden sadece Fez için Google Earth’in bile yetersiz kaldığını ve hiçbir kaynakta modern bir şehir haritası olmadığını anlıyorum.
Fez medinası, 9.yy’da kurulmuş, çoğu daracık yaklaşık 4000 sokaktan oluşan, rehbersiz gezmenin imkansız olduğu, araç trafiği olmayan ama her sokakta eşeklere ve mobiletlere yol vermek için kapı eşiklerine kaçmak zorunda olduğunuz apayrı bir dünya. İlk girdiğiniz andan itibaren kendinizi eski Indiana Jones filmlerinde gördüğünüz sokaklardaymış gibi hissediyorsunuz. Fez için Batı’nın Mekke’si veya Afrika’nın antik Atina’sı dendiğini söylersem sanırım ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız.

Daracık sokaklar ve 2-3 katlı binaların arasında dolaşmaya başladıkça navigasyon cihazımın uydu ile bağlantısı kesiliyor. Elimizde adres olmasına rağmen yetersiz sokak tabelaları nedeni ile bir türlü varamıyoruz hostelimize. İnadım tutuyor ama bu inat bize bir yarım saat kaybettirdikten sonra vazgeçerek yardım istiyorum.
 
Hayırsever bir Fas’lının rehberliğinde hostelimize varıyoruz ve günlerdir her şeye bahşiş vermenin alışkanlığı ile genç arkadaşıma 10 dirhem uzatıyorum. Bahşişi geri çeviriyor ve az bulduğunu düşünerek bu sefer 20 dirhem uzatıyorum. Israrla almıyor ve bizi şaşırtarak daracık sokaklarda izini kaybettiriyor.
Dar Hafsa’nın kapısından girmemizle bu üç katlı, hususi evden bozma, toplam dört odalı şirin hostelin dekorasyonu ile büyüleniyoruz. Hostelin sahibinin kızı Meryem bizi nazikçe karşılıyor ve giriş kattaki odamıza yerleştiriyor.

Kısa bir sohbetten sonra kendimizi Fez sokaklarına atıyoruz. İşe yaramayacağını bile bile navigasyon cihazımı açıyorum ama sokakların hepsi daracık ve uydudan sinyal almak çok zor. Turistler için sokak duvarlarına yerleştirilmiş ve belli başlı turistik yerlere yönlendiren oktagonal yıldız işaretlerini takip ederek listemizde olan yerlere ulaşmaya çalışıyoruz ama imkansız!
Derken, yanımıza 13-14 yaşlarında bir çocuk yanaşıyor ve bize rehberlik yapabileceğini söylüyor. Listemizde olan yerleri gösteriyoruz ve bizi çoğuna götürebileceğine ikna etmesiyle başlıyoruz takibe.
Genç rehberimizin İngilizce’si çok kısıtlı ancak kendisini çok yakından takip etmememiz gerektiğini, mecbur kalmadıkça konuşmayacağımızı ve jest, mimikler ile anlaşacağımızı bize anlatmayı başarıyor. Fas’ta lisanssız rehberlik yapmanın cezası büyük ve etrafta sivil polisler cirit atıyor. Okulundan çıkıp biraz harçlık kazanmak isteyen arkadaşımıza hem yardımcı olmak hem de kısıtlı vaktimizi en iyi şekilde değerlendirmek üzere yola koyuluyoruz.
İlk olarak Fez şehrinin kurucusu Moulay Idriss II türbesini ziyaret ediyoruz. Türbenin önünde iken kalabalık bir Çin’li turist kafilesi beliriyor ve ellerinde fotoğraf makineleri, kafalarında değişik şekillerde şapkaları ile türbenin önünde duruyorlar. Biz ise müslüman olmamızın verdiği avantaj ile türbenin içine dalarak onları kıskandırıyoruz.

Moulay Idriss II türbesi bizi pek etkilemiyor ve birkaç fotoğraf çektikten sonra ikinci rotamız olan El Karavayyin Üniversitesi’ne hareket ediyoruz. Kapıdaki görevlilerin, bulunduğumuz anın ziyaret saatleri içerisinde olmadığını söylemesi üzerine burayı erteleyerek hemen yakınındaki El Attarin Medresesi’ne gidiyoruz. Genç rehberimiz Khalid’i gene kapıda bizi beklemek üzere bırakıp içeri giriyoruz ve muhteşem ahşap işçilikleri ile süslenmiş kemerlerin çevirdiği avlusunu geziyoruz.

El Attarin Medresesi’nin gözlerimizde bıraktığı doyurucu görsel şölenin mutluluğu ile Fez’deki dört geleneksel tabakhaneden en büyüğü olan Chouara Tabakhaneleri’ne gidiyoruz.  Bu tabakhanelerde deriler, hala orta çağdan kalma tekniklerle işleniyor ancak işçilerin yanına kadar inip izlemeniz zor. Tabakhanenin girişinde sıralı haldeki birçok deri dükkanının kapısında, dükkan çalışanları sizi hem bir şeyler satmak için içeri çekmeye çalışıyor hem de tabakhaneleri bu dükkanların teraslarından izlemenize izin vererek bahşiş koparmaya çalışıyorlar.
Biz de hemen ilk sıradaki dükkanın kapısında duran tezgahtara bir şey satın almayacağımızı ancak tabakhaneleri görmek istediğimizi söylüyoruz. Tezgahtar, bizi dükkanın içinden üst kattaki panoramik terasına çıkartıyor ve aşama aşama deri işlenmesini anlatarak bol bol fotoğraf çekmemize müsaade ediyor. Tabi ki cüzi bir bahşiş karşılığında...
Derilere uygulanan boyalar tamamen organik ve dükkanların içerisinde satılan malların canlı renklerinden bunu anlayabilmeniz hiçte zor değil. Chouara Tabakhaneleri, Fez’de kesinlikle görülmesi gereken yerlerden.

Amonyak kokusunun genzimizde bıraktığı acı tat ile tekrar El Karavayyin Üniversitesi’ne dönüyoruz. Kapıdaki görevli hala ziyaret saatinin gelmediğini söylüyor ancak Türk olduğumuzu söyleyince bize kıyak geçiyor ve içeri giriyoruz.
Kapıda bekleyen onlarca Uzakdoğu’lu turisti yatıştırmak ise diğer görevliye düşüyor. Evet, sonunda dünyanın en eski medresesi olan ve orta çağdan günümüze kadar müslüman aleminin önde gelen eğitim kurumlarından ve ruhani yerlerinden biri olan El Karavayyin Üniversitesi’ne girmeyi başardık. Hemde bizden başka kimseler yok içeride...

Görevliyi takip ederek faydalı bilgiler ile donatıldıktan sonra iş geldi dua faslına. Medresenin en gösterişli bölümlerinden birinde görevli bize yönümüzü kıbleye dönerek diz çökmemizi söylüyor, kendisi de önümüzde diz çökerek sesli bir şekilde dua ediyor ve her söylediğinden sonra ‘Amin’ diyoruz.
Medresede bir saat kadar vakit harcadıktan sonra acıkmaya başladığımızı hissettik. Dışarıda Khalid ile buluşup yemek yiyeceğimizi ve kendisinin de bize katılmasını teklif ettik. Benim niyetim Bab Boujloud kapısı civarındaki salaş restoranlardan birinde yemek yiyip, işi ucuza kapatmaktı. Ancak Khalid, o restoranların çoğunun hijyenik olmadığını söyleyince başka nereye gidebileceğimizi sormuş bulunduk. O da bize, bir arkadaşının çok güzel bir restoranı olduğunu ve bizi oraya götürebileceğini söyleyince kabul ettik. İşte Fas gezimizin ikinci hatasını da burada yaptık...
Khalid bizi arkadaşının restoranına tabi ki restoran sahibinden ufak bir komisyon almak karşılığında götürmüştü. Planladığımdan biraz pahalı bir yemek olmasına karşın verdiğimiz paraya değdi ve kiremitte köfte ile sebzeli kuskusu mideye indirdik.

Artık akşam üzeriydi ama ben bir iki yer daha gezme niyetindeydim. Fez’deki ilk günümüzün son durağı Nejjarin Kompleksi oldu. Ya da biz şimdilik öyle sanıyorduk...

Burayı da gezdikten sonra Khalid ile 50 dirhem karşılığında vedalaştık. Verdiğimiz ücreti az bulunca ertesi gün tekrar buluşabileceğimizi ve bir 50 dirhem daha kazanabileceğini söyledim. Bir sonraki gün öğleden evvel, belirlediğimiz bir noktada buluşmak üzere vedalaştık ancak benim ikinci gün planlarım çok farklıydı.
Tam hostele dönmek üzere yola koyulmuştuk ki, Berna’ya Bab Boujloud kapısına çıkıp akşam güneşi altında birkaç fotoğraf çekmeyi teklif ettim. Harika fotoğraflar çektikten sonra bir 100 metre daha yürüyüp kocaman bir meydana çıktık.

Yorgunluğumuz had safhadaydı ancak ben daha gezmeye doymamıştım ve aklımda bir fikir vardı. Fez’e gelip birçok turistin görmeyi ihmal ettiği ya da haberdar olmadığı Borj Nord ( Kuzey Burcu ) veya Borj Sud’dan ( Güney Burcu ) birine çıkıp tüm gün gezdiğimiz ve artık içerisinde kaybolmaktan keyif aldığımız Fes el Bali’yi tepeden panoramik olarak akşam güneşi altında izlemeliydim.
Hemen bir petit taxi’ye atlayıp güneşin daha iyi bir pozisyonda olacağını düşündüğümüz Borj Nord’a çıktık. Kuzey ve Güney Burçları, Fes el Bali’yi korumak için yapılmış ve şu an müze haline getirilerek turistlerin ziyaretine açılmış kale surlarından oluşuyor.
Beş dakikalık bir yolculuktan sonra Kuzey Burcu’na çıktık ancak kapıdaki asker müze kısmının kapanmak üzere olduğunu söyledi. Biz de sadece burçları gezip biraz fotoğraf çekeceğimizi söyledik ama rahat durur muyuz? Fotoğraf işini biraz erteleyerek hemen müzeye daldık ve yarım saat kalmasına rağmen biletlerimizi alarak yüzyıllarca yıllık silahların ve savaş aletlerinin bulunduğu müzeyi gezdik.


Son olarak ise müzenin panoramik terasına çıkarak enfes fotoğraflar çektik. Sarıya çalan renklere hakim Fes el Bali surlarının akşam güneşi ile turuncuya bürünmesini izlemek son derece keyifliydi.

Taksi ile geldiğimiz yolu yürüyerek geri dönmeye karar verdik. 15 dakikalık yokuş aşağı bir yürüyüşten sonra Bab Boujloud kapısının biraz açığındaki büyük meydana varmıştık ve hostelimize dönmeden evvel birer Casablanca bira içmenin iyi olacağını düşündük. Zaten sabah hostelden çıkmadan evvel Meryem’e nereden alkol alabileceğimizi sormuştuk ve o da taksi ile şehrin modern kesimine gidip Marjane ya da Acima isimli büyük süpermarketlerden alabileceğimizi söylemişti.
Navigasyon cihazından bize en yakın büyük süpermarketin Acima olduğunu fark etmemizle hemen bir taksiye atladık ve şoför ile sohbet ede ede istediğimiz yere ulaştık. 6’lı pakette Casablanca biralarımızı aldıktan sonra gelirken 20 dakikadan fazla süren yolu, yürüyerek dönmeye karar verdik ve bir kez daha dakikalar içerisinde son derece modern bir şehirden bir anda orta çağdan kalma, virane bir yerleşim merkezine varmanın şaşkınlığı ile yürüyüşümüzü bir saatten uzun bir sürede tamamladık.
Artık hostelimizdeydik ve bir yandan biralarımızı yudumlarken diğer yandan internette geziniyorduk.
4.GÜN: FEZ – MEKNES

Fas’taki dördüncü, Fez’deki ikinci günümüz bir Cuma gününe denk geliyordu ve çoğu dükkan, restoranın kapalı olacağı bu günü en verimli şekilde kullanmak istiyorduk. Odamızdan dışarı adım atmamız ile hostelin sahibi ve Meryem’in babası olan kibar beyefendi ile koyu bir sohbete koyulduk. Bir yandan kahvaltımızı yapıyor diğer yandan ise hostel sahibinin çekeceği fotoğraflarımıza poz veriyorduk.



Hostel sahibi, Dar Hafsa’nın geçen yıl hostelworld.com sitesi tarafından Fez’deki en iyi hostel olarak seçildiğini, duvarda asılı plaketi gururla göstererek anlatıyor ve aynı ödülün bu sene de verildiğinden, kısa bir süre içerisinde kendilerine ulaşacağından bahsediyordu.

Kahvaltımızı takiben Dar Hafsa’nın panoramik terasında medinayı biraz izledikten sonra Meknes’e en ucuz ve kolay ulaşım şeklini soruyoruz. Hostelimizden çıkış yapıp valizimizi geceye kadar emanete bırakıyoruz ve yola koyuluyoruz. Günümüzün yarıdan fazlasını Meknes’e ayırmış bulunmaktayız ancak hala Fez’de görülmesi gereken yerler var.

Bou Inania Medrese’si ile hemen yanı başındaki Magana Evi ve Su Saati’nde iki saat harcadıktan sonra kendimizi gene Bab Boujloud kapısının ardındaki meydana atıyoruz.




Önceki gün Kuzey Burcu’ndan aşağı yürürken yerini tespit ettiğimiz otobüs garını bulmak hiçte zor olmuyor ve dakikalar içerisinde biletlerimizi alıp koltuklarımıza yerleşiyoruz.



Fas’ta en büyük ve modern otobüs şirketleri CTM ile Supratours denilen iki firmadan ibaret. CTM genellikle demir yollarının ulaşamadığı noktalarda, garın hemen önündeki terminaller ile ulaşım sağlamakta ancak bizim seçeneğimiz, bulunduğumuz yere yakınlığından dolayı ikisi de değil, şehir içi otobüs hattı...

20 sene önceki Istanbul’un halk otobüslerini hatırlayanlar daha kolay zihinlerinde canlandıracaklardır ve terminal dediğimiz yer tamamen açık, toz toprak içinde, bilet almak için otobüslerin dibinde yoldan müşteri toplamak için bağırıp çağıran muavinlerin olduğu , binebileceğiniz tüm araçların klimasız, yırtık pırtık deri koltuklu ve havasız olduğu otobüslerden ibaret.



40 dirhem karşılığında anca bu kadar oluyormuş diyerek otobüsün kalkmasını bekliyoruz. Bizden başka yalnızca bir yabancı çift daha var ve geri kalan herkes yerli halktan. Otobüsün kalkması geciktikçe ön kapıdan girip arka kapıdan çıkan birçok seyyar satıcı ile göz göze geliyoruz.

Üç saatlik bir yolculuk sonrası Meknes şehir merkezine varıyoruz ancak bizim gitmek istediğimiz yere varabilmek için ya bir otobüse daha binmemiz gerekiyor ya da taksi tutmamız. Taksi fiyatları gereğinden pahalı gelince otobüs seçeneğini kullanıyoruz ve yarım saatlik bir yolculuk ile görmek istediğimiz iki yerden biri olan Moulay Idriss kasabasına varıyoruz.

Moulay Idrıss, iki tepe üzerine kurulu, Fas’lılar için çok derin bir maneviyatı olan , 8 yy.da Moulay Idriss I’in beraberinde Islam’ı da getirerek yeni bir hanedan oluşturduğu ve Fez kentinin inşasına başlamadan önce kurduğu kasaba olmasından dolayı kendi ismine ithaf edilmiş bir yerleşim birimi. Fas’ta görebileceğiniz tek yuvarlak hatlı minare de burada bulunmakta.


Fez kentinin büyük bölümünün inşasına ise kendisinin ölümünden sonra oğlu, Moulay Idrıss II devam etmiş.

Kasabanın şirin ve ufak meydanındaki gara yanaşan otobüsten iner inmez çevreyi incelemeye başlıyoruz ve gönüllü bir kasaba sakininin rehberlik için bizi bulması uzun sürmüyor. Bir yandan rehberimizi izlerken diğer yandan bol bol fotoğraf çekiyoruz ve kendi başımıza bulmamızın imkansız olduğu tepe noktalarından harika panoramik fotoğraflar çektiriyoruz.





Kasabanın en kutsal yeri olan türbe ve medreselere girmeden önce rehberimiz bir kez daha müslüman olduğumuzdan emin olmak istiyor ve ‘Kelime-i Şehadet’ başlatarak sonunu bizim getirmemizi istiyor. Bu ufak sınavı da başarıyla atlatarak tüm gezilecek yerleri görüyoruz.

Ara sokakların birinde rastladığımız bir seyyar satıcı, sattığı acıbadem kurabiyelerinin kutsal olduğuna ve yememiz halinde Cennet’e gideceğimizi bize inandıramasa da ufak bir tebessüm ile alışveriş yapıyoruz ve iki saatlik yürüyüşümüzü tamamlıyoruz.


Tekrar kasaba merkezindeyiz ve son durağımız Roma’lılar döneminden kalma Volubilis antik kenti...
Volubilis, Moulay Idrıss meydanından tahmini olarak 3 km kadar uzakta gözüküyor ve o kadar mesafeyi yürümeye cesaret edemiyoruz. Ellili yaşlardaki rehberimiz ise aynı yolu, günde iki defa yürüdüğünü ve harika fotoğraflar çekme imkanımız olacağını söyleyerek kanımıza giriyor ve başlıyoruz yürümeye.
Bir saatten fazla süren yürüyüşümüz esnasında bol bol sohbet ediyor ve fotoğraf çekiyoruz. Ayak tabanlarım artık iflas etmek üzere iken Volubilis’e varıyoruz ve hem dinleniyor hem de antik kenti geziyoruz.
Bir saatlik bir gezinin ardından artık geri dönüş vakti geldi keza son Meknes otobüsü saat 18:00’da ve çok az vaktimiz var. Rehberimizin, pratikte taksici olan arkadaşlarından birinin hususi aracı ile Moulay Idrıss merkezine varıyoruz ve Meknes’e dönmek üzere son otobüse biniyoruz.

Akşam çoktan oldu ve hava kararmak üzere... Meknes otobüs terminalinden bizi Fez’e geri götürecek otobüs için bir saatten fazla bekliyoruz ve geri dönüş yolundayız. Fez’e vardığımızda açlık bastırıyor ve hostelimize dönmeden evvel Magana Evi’nin hemen bitişiğindeki Cafe Clock’u ziyaret ederek harika bir akşam yemeği yiyoruz.

Daha önceden planladığımız gibi bu gece 02:30’daki Marakeş trenine binerek bütün geceyi trende geçireceğiz. Çok geç saatte hostelimize dönerek valizimizi alıp Fes el Bali’den yaya olarak çıkmayı pek güvenli bulmuyoruz ve Cafe Clock’tan gece yarısına doğru ayrılarak Dar Hafsa’ya ulaşıyoruz.


Valizimizi alıp vedalaştıktan sonra yavaş adımlar ile Bab Boujloud kapısına yürüyoruz ve taksi ile Fez tren garına ulaşıyoruz.


Biletlerimizi aldıktan sonra iki saat kadar boş vaktimiz var ve garın içinde bulunan Venezia Ice Cafe’ye çıkarak vakit öldürüyoruz. Vaktimizin müsait olmasını fırsat bilerek aşağı iniyorum ve bu görkemli tren garını en ince detayına kadar fotoğraflıyorum.
Evet, sonunda trenimizin hareket saati geldi ve rastgele bir kompartımana girip yerleşiyoruz ancak trenin içinde tek bir ışık bile yok ve etrafta bizden başka kimseyi de göremediğimizden tedirgin oluyoruz.
Kısa bir süre sonra Fas’lı bir yolcu yanımıza yaklaşıyor, uzun mesafeli gece trenlerinde tüm yolcuların ön kompartımanlara yerleştiğini  ve bu şekilde daha güvenli olduğunu anlatıyordu. Fas’lı dostumuzun tavsiyesine uyarak öndeki kabinli kompartımanlardan birinde boş bir kabin bularak tek başımıza yerleşiyoruz ve tren hareket ediyor.
Kısa bir süre sonra uyku bastırıyor ancak hala tedirginiz ve bir ara ışıkların yanmasını fırsat bilerek hem bulunduğumuz kompartımandaki diğer kabinlerde ne tip insanlar bulunduğunu görebilmek, hem de garda beklerken gördüğümüz ve bizimle aynı trene binen Avrupa’lı genç çifti bulabilmek için kısa bir keşife çıkıyorum.
Bulunduğumuz kompartmanda tek beyaz yolcu biziz ve diğer tüm kabinlerdeki yolcular zencilerden oluşuyor ancak bir sonraki kompartmanda aradığım turist çifti buluyorum ve nispeten kendimizi daha rahat hissedeceğimiz yolcuların olduğu kompartımana geçip uykuya dalıyoruz.
Uyumak ne mümkün, kabinin içi buz gibi soğuk derken sabahın ilk saatlerinde bilet kontrolüne gelen görevlinin tavsiyesi ile en öndeki sıcacık kompartmanda bulunan rahat koltuklara kendimizi atıyoruz ve yaklaşık sekiz saatlik uzun yolculuğumuzun bitmesini bekliyoruz.
5.GÜN: MARAKEŞ
Yarım yamalak bir uyku ve çeşitli kas ağrılarından sonra görmeyi iple çektiğimiz Marakeş’e sabah 10:00 civarında varıyoruz. Tren garını terk etmemiz ile birlikte navigasyon cihazımı açıyor ve yürüme mesafesindeki ‘Hotel Le Caspien’e rotayı belirliyorum.
Çok geçmeden otelimize varıyor ve odamıza yerleşiyoruz. Dört günlük koşuşturmaca ve yorucu bir gece yolculuğundan sonra bugün biraz dinlenmek niyetindeyiz ancak ilk günümüzde Marakeş’in modern kesimindeki tek ziyaret noktamız olan ‘Jardin Majorelle’ botanik bahçelerini es geçmiyoruz.


Keyifli bir gezinin ardından harap ve bitap düşmüş bedenlerimizi ödüllendirmek için daha önceden planladığımız üzere ‘Hammam Ziani’ye bir taksi tutuyor ve yola koyuluyoruz. Bir güzel keselenip, masaj yaptırdıktan sonra Marakeş medinasının içine dalarak otelimize geri dönüyoruz.
Hamam keyfinin de vermiş olduğu rehavet ile tekrar dışarı çıkmaya hiç niyetimiz yok. Gücümüzü, Marakeş’te geçireceğimiz diğer üç güne toplamak üzere hemen yakınımızdaki McDonalds’a gidip muhteşem McFondue burgerleri tekrar mideye indiriyoruz ve erkenden otele dönüp dinleniyoruz.

6.GÜN: MARAKEŞ
Bekle bizi Marakeş, altını üstüne getirmeye geliyoruz...

Erken kahvaltının ardından şehrin yeni ve modern kesimlerinden biri olarak adlandırılan Gueliz semtindeki otelimizden yürüye yürüye medinaya giriyoruz. İlk durağımız tabi ki Djemaa El Fnaa ( Fenalıklar Meydanı )

Djemaa El Fnaa’dan daha sonra detaylı bahsedeceğim ama önce Ben Youssef Medrese’si. Fas’ta bulunan en büyük medresede bir saat kadar bir süre geçirdikten sonra yürüyerek önce Marakeş Müzesi’ni gezerek büyüleniyor  ve sonra hemen karşısındaki Almovarid Kubbesi’nde birkaç fotoğraf çekiyoruz.



Bir sonraki durağımız Maison de le Photographie. Daha önce internette okuduğumuz yorumlara göre enfes fotoğraflar görebileceğimiz bir sergiyi ziyaret etmeyi ümid ediyoruz ve beklentilerimiz boşa çıkmıyor. Onlarca yıllık fotoğraf makineleri, eski zamanlardan kalma Fas fotoğrafları, Fas’lı eski kadınların günlük kıyafetlerini ve ilginç takılarını görebildiğimiz, Atlas Dağları kervanlarına ait 50-60 yıllık fotoğraflar ve daha neler neler...


Harika fotoğrafları birer birer inceledikten sonra müzenin terasına çıkıyoruz ve muhteşem Marakeş medinasının panoramik manzaraları eşliğinde nane çaylarımızı yudumluyoruz.

Bu kısa molanın ardından Marakeş medinasındaki onlarca çarşının içinden geçerek kendimizi Rahba Kedima Meydanı’na atıyoruz.


Meydanda biraz dolandıktan sonra Cafe Rahba Kedima’nın harika manzaralı terasına çıkıyor ve öğlen yemeği sipariş veriyoruz.  Fas salatasını Berna beğenmese de, ben afiyetle yiyorum ve leziz tajinlerimizin keyfini çıkarıyoruz.



Öğleden sonra, Djemaa El Fnaa’ya geri dönüyoruz ve çoktan günlük aktivitelerine başlamış olan meydanda türlü türlü eğlenceler buluyoruz kendimize. Bir anda etrafımı saran geleneksel kıyafetli iki çalgıcı ile müzikleri eşliğinde dans ederken buluyorum kendimi. Çalgıcılardan yakamı kurtarmamla birlikte yılan oynatıcılarının gösteri yaptığı kısıma ilerliyorum ve yavru bir yılan ile hatıra fotoğrafı çektirmem uzun sürmüyor.

Djemaa El Fnaa’nın günlük eğlencelerine yeterince bahşiş kaptırmamızın ardından hemen karşısındaki Koutobia Camii’ni, biraz uzağında olan Kasbah Camii’ni ve hemen bitişiğindeki Saadi Mezarlarını geziyoruz.



Artık yorulmaya başlamıştık ancak yakınımızda olan El Badii Sarayı’nı da görmek istiyorduk. O ana kadar teknik aksaklıklar hariç bizi hiç yanıltmayan navigasyon cihazımızın verdiği talimatlar doğrultusunda kendimizi dar sokaklarda buluyoruz. Sarayın geniş bir alanda olması gerek ama ısrarla cihazın talimatlarına uyarak daha tenha sokaklara giriyoruz ve birden köşe başında bizi 8-10 yaşlarında bir çocuk karşılayarak nereye gitmek istediğimizi soruyordu.
El Badii Sarayı’na gitmek istediğimizi söyleyince takip etmemizi söylüyor ve bizde ona uyarak yürüyoruz ancak sokaklar daha da tenhalaşıyor ve etrafımızdaki çocukların sayısının artması ile tedirgin oluyoruz.

Ani bir hareketle geri dönmek istediğimizde çocuklar bize engel olmaya çalışıyor ancak sert çıkışarak olası bir tatsızlıktan erkenden yırtmış oluyoruz.
El Badii Sarayı, eski görkeminden çok uzak ancak Marakeş’te görülmesi gereken yerlerden. Burayıda gezdikten sonra Djemaa El Fnaa’ya geri dönüyoruz ve meydanı kuşbakışı izlememize olanak veren kafelerden birinin terasına çıkarak kahvemizi içiyoruz.


Djemaa El Fnaa, gündüz maymun ve yılan oynatıcılarının, dansçı gençlerin, falcıların, şırınga ile turistlere kına yapmaya çalışan esrarengiz kadınların, geleneksel kıyafetli su satıcılarının ve çalgıcıların cirit attığı bir meydan. Bizim Sultanahmet Meydanı’nın bayağı bir enteresan olanı. Akşam ise eşekler ile çekilen seyyar ocaklı onlarca restorana ev sahipliği yapan, her bir seyyar restoran için onlarca demirden profilin birbirine çatılarak oturma alanlarının oluşturulduğu bir açık hava aşevi.
Akşam hazırlıklarının tamamlanmasını keyifle izleyerek seyyar restoranların arasında geziyoruz ve 117 no’lu restoranın önünde ‘ one, one, seven, goes to heaven’ sloganıyla müşteri çekmeye çalışan garsonun Cennet vaadine kanarak yemeğimizi yiyoruz.


Saat 22:00’a yaklaşmakta ve artık otele dönüş vakti geldi keza yarın gezecek daha çok yer var...

7.GÜN: MARAKEŞ
Marakeş’teki son tam günümüz çünkü yarın 200 km. batıda bulunan bir balıkçı kasabası olan Essaouira’yı ziyaret edeceğiz.
Erkenden kalkıp otelde kahvaltımızı yapıyoruz ve başlıyoruz gene Djemaa El Fnaa’ya yürümeye. Yolumuzun üzerinde daha önceden planladığımız gibi Cyber Park ve girişindeki müzesini geziyoruz. Cyber Park’ta yeşillikten başka ilgi çekici birşey bulamayınca hiç vakit kaybetmiyor ve Maison Tiskiwin müzesine doğru yola koyuluyoruz.

Yolumuzun üzerindeyken Djemaa El Fnaa’daki seyyar portakal suyu satıcılarından taze sıkılmış kıpkırmızı kan portakalı suyunu kana kana içiyoruz.

Alışveriş işini son günlere bırakmıştık ve artık zamanı geldi... Yolumuzun üzerindeki çarşılara dalarak günlerdir içtiğimiz nane çayının demlendiği ve servis edildiği çaydanlıklardan iki tanesini sıkı bir pazarlıkla alıyoruz. Sıra geldi Fas’a gelipte almadan dönmememiz gereken tajin kaplarına.
Çeşitli dükkanlardan fiyatlar alıyoruz ama sıkı pazarlıkçıyız, daha da uygununu arıyoruz. Derken dikkatimizi bir kilim dükkanı çekiyor ve içeri giriyoruz. Bir saate yakın pazarlıklar ve dükkan sahibi ile kısa sürede kaynaşmamız neticesinde 250 dirhem istenen kilimi 120 dirheme alıyoruz.
Dükkan sahibi arkadaşımız tajin kapları için de bize yardımcı oluyor ve o ana kadar aldığımız en iyi fiyat olan 25 dirhem’den beş adet büyük boy tajin kabını da 125 dirhem’e satarak bizi dükkanından uğurluyor.

Evet, tek valiz ile geldiğimiz Fas’tan bir adet orta boy kilim, beş adet büyük boy tajin kabı ve iki çaydanlık ile ayrıldık...
Maison Tiskiwin, tıpkı önceki gün ziyaret ettiğimiz Maison de le Photographie gibi illa da görülmesi gereken yerlerden değil. Ancak günümüzün en önemli ziyaret noktası olan El Bahia Sarayı’na çok yakın olunca görmeden gitmeyelim diyoruz ve birbirinden ilginç, eski zamanlardan kalma takılar, ev eşyaları ve biblolar görüyoruz.

Şimdi sıra geldi El Bahia Sarayı’na... Uzun uzun anlatmayacağım lakin şu kadarını söylemem yeterli. Istanbul’a gelip Topkapı Sarayı’nı görmeden gitmek ne demek ise, Marakeş’e gelip El Bahia Sarayı’nı görmeden gitmek te aynı anlama geliyor. Evet, biraz abartmış olabilirim, El Bahia Sarayı bizim Topkapı Sarayı’mızla kıyas kabul etmez ancak Marakeş’in bir numaralı turistik noktası olduğu aşikar.


El Bahia Sarayı’nı da görerek Marakeş’te ziyaret etmeyi planladığımız tüm yerleri tamamlamış oluyoruz.
Djemaa El Fnaa’nın akşam saatlerindeki karmaşasını ve restoranların kurulmasını izlemeyi o kadar beğenmişiz ki, kendimizi tekrar bu büyülü meydana atmaya karar veriyoruz. Yol üzerinde, sadece vejeteryan yiyeceklerin sunulduğu Earth Cafe’yi ziyaret ederek geç te olsa bir öğlen yemeği yiyoruz.

Yine Djemaa El Fnaa’dayız ve meydanın köşesinde sıralı halde müşteri bekleyen faytonları gözüme kestiriyorum. 150 dirhem’den başlayan pazarlıkları nispeten daha kısa bir şehir turu için 75 dirhem’e bitiriyoruz ve yirmi dakikalık bir fayton keyfinden sonra, meydanı tepeden izlememize olanak sağlayan bir diğer kafe olan ‘Grand Balcon Cafe Glacier’de hem kahvelerimizi yudumluyor hem de meydanın akşama hazırlanışını keyifle izliyoruz.


Aşağı inmemizle beraber önceki günden gözüme kestirdiğim haşlanmış salyangoz satıcılarının yanına yanaşıyorum. Berna’nın şiddetli muhalefetine rağmen kafama koyduğumu yapıyor ve 5 dirhem karşılığında bir ufak tas haşlanmış salyangoz alıyorum. İlk anda tereddüt etsemde tadına çabucak alışıyor ve dakikalar içerisinde hepsini mideye indiriyorum. Bir tas daha almaya niyetleniyorum ki Berna elimden çeke çeke beni uzaklaştırıyor.

Bir akşam yemeğini daha kesinlikle Djemaa El Fnaa’da yiyeceğiz ve meydanın gece geç saatlere kadar nasıl olduğunu merak ediyoruz ancak bu planımızı bir sonraki güne erteleyerek otelimize dönüyoruz ve harika bir Fas şarabı eşliğinde akşam yemeğimizi yiyerek dinlenmeye çekiliyoruz.
8.GÜN: MARAKEŞ – ESSAOUIRA
Son günümüzü Essaouira için ayırdık ve 08:30’da Marakeş tren garının hemen yanındaki CTM otobüs garında ya da 09:00’da biraz uzağındaki Supratours otobüs garında olmamız gerekiyor.
Berna’nın miskinliği tutuyor ve olması gerekenden 20 dakika geç çıkıyoruz odadan. Kahvaltı bile yapmadan düşüyoruz yola ve olması gerekenden beş dakika geç varıyoruz CTM terminaline. Terminale varmamız ile daha yeni hareket etmiş olan Essaouira otobüsüne el sallıyoruz.
Hiç vakit kaybetmeden Supratours terminaline yürüyoruz ama o otobüse de geç kalıyoruz. Her iki firmada da sonraki otobüsler üç saat sonra ama bizim o kadar vaktimiz yok. Zaten gideceğimiz yol üç saat ve gezmeye vaktimiz olmayacak. Bu sırada bir sonraki gün Kazablanka havalimanı’na gidebilmek için gerekli tren biletlerimizi alıyoruz.
İnadım tutuyor, ne yapıp edip Essaouira’yı görmeliyim. Hemen navigasyon cihazından çevredeki araba kiralama firmalarını listeliyor ve önüme gelene dalıyorum. 450 dirhem’den aşağı fiyat veren yok ve otobüs ile iki kişi, gidiş dönüş 300 dirhem tutacak bu yolculuk için fuzuli masraf yapmaya da niyetimiz yok ama Essaouira’ya gidilecek!
4-5 firmayı dolaşıp artık pes etmek üzereyken son bir tanesinde daha şansımızı deniyoruz ve 250 dirhem’e kiralıyoruz arabamızı. Firma görevlisi bizi aracımıza götürüyor ama o da ne? İçi dışı toz toprak içinde, her yeri vuruk ve çizikler ile dolu Peugeot 206’mızı alarak yola koyuluyoruz.
Hani birkaç sene önce tv’de bir Peugeot reklamı vardı. Hintli bir genç kendi arabasını, dergi sayfasında gördüğü Peugeot 206’ya benzetmek için çekiçle dövüyor, kaynak yapıyor ve hatta üzerine fil oturtuyordu. İşte biz o reklam filminde oynatılan arabayı aldık desem yeridir!..

Ucuz etin yahnisine razı olarak basıyoruz gaza. 150 dirhem’lik benzin alıyoruz ve iki saatten biraz daha uzun bir süre sonra Essaouira’dayız. Önce şehir girişindeki panoramik seyir noktalarının birinde durarak fotoğraf çekiyoruz, sonrasında ise şehire inip ATM’den para çekmek için uygun bir yerde duruyoruz.

Araçtan inmemizle birlikte yanımızda yerli bir delikanlı beliriyor ve bize kokain satmaya çalışıyor. Bu, Fas’ta başımıza ilk defa gelen bir olay değil keza Marakeş’teyken de bir sefer böyle bir teklif ile karşılaşmıştık. Delikanlıyı savuşturduktan sonra işimizi hallediyor ve bu şirin balıkçı kasabasını saatlerce dolaşıyoruz.


Essaouira, zamanında Bob Marley’in sık sık ziyaret ettiği bir yer imiş. Dolayısıyla etrafta Bob Marley gibi giyinmiş hippi gençler, Bob Marley kafe ve restoranlar bir hayli fazla.

Yaklaşık üç saatlik sur içi gezimizi tamamlayarak kumsal şeridine iniyoruz ve burada da bir saat kadar vakit harcadıktan sonra şehrin meydanının hemen yanı başında sıralı halde bulunan derme çatma balık restoranlardan birine girip daha birkaç saat önce yakalanmış çeşitli deniz kabuklularından sipariş vererek afiyetle yiyoruz.




Eğer Marakeş’te üçten fazla gününüz varsa kesinlikle Essaouira’ya günübirlik bir ziyarette bulunmalısınız...


Artık dönüş vakti. Son günümüzü de planladığımız şekilde bitirmenin mutluluğu ile biniyoruz arabamıza. Saat 21:00 gibi Marakeş’te olmayı planlıyoruz ve son kez Casablanca bira içmek istiyoruz. Marakeş’in yakınlarındaki bir Marjane süpermarkete giriyoruz ancak bulamıyoruz. Fazla ısrar etmeden önce otelimize dönüyoruz çünkü otelimizde içeceğiz biraları. Arabamızla Djemaa El Fnaa’ya giderek bir otoparka park ediyoruz.

İkimizinde favorisi olan etli, siyah erikli tajini, meydanı kuşbakışı izleyerek yiyoruz ve gece yarısından sonra arabamızı teslim ederek otelimize dönüyoruz. Lobide ikişer Casablanca içtikten sonra çıkış işlemlerimizi tamamlıyoruz ve valizimizi kapatmak üzere odamıza çıkıyoruz.


Sabah 07:00’da Marakeş tren garından Kazablanka’ya giden treni kaçırmamamız gerek...
9.GÜN: KAZABLANKA - ISTANBUL
Gün henüz yeni ağarmaya başlamışken uyanıyoruz ve otelin önünden taksi tutarak Marakeş tren garına gidiyoruz. 07:00’daki trene binerek üç saatte Casa Voyaguers tren istasyonuna varıyoruz. Bir saat sonraki havalimanı trenine bilet alarak beklemeye koyuluyoruz. Harika bir tatil geçirmiş olmanın verdiği mutluluk uykulu gözlerimizden okunuyor. Öğlene doğru havalimanına vararak 14:00’daki dönüş uçağımıza biniyoruz.

Kalplerimizin bir yanını Fas’ta bırakarak...

 - FAYDALI BİLGİLER VE BAĞLANTILAR -
Merak edenler için yol haritası kitapçığımız

Fas genel ve tarihi bilgi, şehirler ve gezilecek yerler ile alakalı bilgiler kitapçığımız (alıntıdır)

Beğendiğimiz bir blog'a ait gezi notları kitapçığımız (alıntıdır)

Kazablanka, Rabat, Fez, Marakeş için navigasyon cihazında kullanabileceğiniz .kml dosyaları

Yararlı olabilecek web siteleri bağlantıları

Fas Devlet Demiryolları web sitesi http://www.oncf.ma/Index_En.aspx

CTM ve Supratours otobüs şirketleri web siteleri http://www.ctm.ma/ http://www.supratours.ma/Default.aspx
- ŞUNLARI YAPIN/YAPMAYIN -

Pazarlık, pazarlık, pazarlık... Taksiden restoranta, alışverişten günlük turlara her şey için pazarlık yapın. Pazarlığa, size teklif edilenin yarı fiyatını teklif ederek başlamaktan çekinmeyin. 

Hayat Türkiye'den ucuz ancak ucuz derken yarı yarıya bir ucuzluk beklemeyin. Toplu taşıma ve taksi fiyatları da çok uygun. Olur da taksiye binmeden baştan pazarlık yapmayı unutursanız taksimetre açtırmakta ısrar edin. 

Şehirler arası seyahat için treni kullanın. Tren ve otobüs seferlerinin saatleri, ilgili web sitelerindeki bilgiler ile birebir örtüşüyor. 

Gece geç saatlerde tenha yerlerde bulunmamakta fayda var ancak bulunduğunuz şehirleri kesinlikle gece vakti de gezin. 

Havaalanında gereğinden fazla döviz bozdurmayın. 

Fez'de hiç vakit kaybetmeden kendinize bir rehber bulun. Küçük çocuklar sizi kolaylıka bulacaktır. 

Gönül rahatlığı ile araba kiralayabilirsiniz. Fas'lı şoförler Türkiye'dekilerden sadece birazcık daha kötü.

Kışın gidin. Bahar ve yaz aylarında seçenek bol ancak kış aylarında gidilebilecek bir kaç yerden birisi olmasının avantajını kullanın. Şubat ayında yağmur görmedik ve gündüzleri hep tişört ile dolaştık.

Türk dizileri çok popüler ve Türk'leri seviyorlar. Bu avantajınızı gerekli yerlerde kullanın. 

İzin almadan bir Fas'lının fotoğrafını çekmeyin. Fotoğraflarının çekimesinden hoşlanmıyorlar. 

On günden fazla zamanınız varsa Marakeş'te iken Atlas Dağları turuna katılabilirsiniz. Bizim aklımızda kalmıştı. 

İki haftadan fazla vaktiniz varsa Akdeniz kıyısındaki Tangier'i de görmeye gidebilirsiniz. 

...VE SON OLARAK GEZİMİZDEN BİR KAÇ VİDEO (yakında)