Fas: Mistik, egzotik ve fantastik...
Fas hakkında bir
ön bilgi veya detaylı bir açıklamada bulunmayacağım lakin bunlar ile alakalı
birçok faydalı web sitesi adresine yazının sonunda ulaşabilirsiniz. Şu bilgiyi
aklınızda tutarak okursanız daha verimli olacağını düşünüyorum: Kabataslak
olarak 1 Euro = 2,5 TL = 10 Fas Dirhemi
Oldukça uzun bir yazı okuyacaksınız. Sıkılmadan ve keyifle takip etmeniz dileğiyle...
Kemal & Berna
Kemal & Berna
--------------------------------------------------
Aralık, 2011.
Istanbul’da soğuk ve kasvetli bir kış günü. Eve kapanmak zorunda kalıp
laptop’un başında sıkılarak vakit öldürmeye çalışıyor ve çeşitli fırsat
sitelerine göz gezdiriyorum. Birden
gözüme Fas gezisi takılıyor. Marakeş’te dört gece konaklama 289 TL.
Uygun
fiyatın cazibesine kapılarak detaylara bakıyorum ve salonda oturan nişanlıma
sesleniyorum;
- Hayatım,
Fas’a tatile gidelim mi?
Berna, şaka
yaptığımı sanarak odaya geliyor ama bir yandan da ekrandaki yazılar gözüne
ilişiyordu. Ciddiyetimi fark etmesi şaşkınlığını arttırıyor ancak tepkisizce
bakakalıyordu. İşte hiç hesapta yok iken gerçekleştirdiğimiz Fas serüveni böyle
başladı.
Fırsat sitesinden
siparişi veriyor ve ufak ufak planlamalara başlıyoruz. İlk işimiz uçak
biletlerini ayarlamak. Mısır’a uygun biletler olduğunu bildiğimizden Fas’ı da
aynı kategoriye sokuyoruz ancak yanılıyoruz. En uygun biletler Fas ve Arap
havayollarına ait ve kişi başı, gidiş dönüş 700 TL civarı.
Aradan iki hafta kadar
geçtikten sonra gene bir tesadüf üzerine imdadımıza THY yetişiyor. O ana kadar
varlığından haberdar olmadığımız ‘geleneksel Sevgililer Günü kampanyası’ ile
14-22 Şubat tarihleri arası için iki kişi, gidiş dönüş 1000 TL’ye biletlerimizi
alıyoruz. Uçuşlar İstanbul – Kazablanka arasında olunca, Fas’a gitmişken
yalnızca Marakeş’te kalmaktansa birkaç büyük şehir daha gezmeye karar
veriyoruz.
Sıra geldi benim
en sevdiğim kısıma. Gidilecek ülkeyi ve şehirleri internetten araştırmak ve bir
yol haritası çıkarmak. Bilgisayar başında bir hafta boyunca her gün 2-3 saat
harcayarak yavaş yavaş taşları yerine oturtmaya başlıyorum. Fas, benim için
gideceğim ilk yabancı müslüman ülke, Berna için ise ilk yurt dışı gezisi olacak.
Her şeyin planlandığı gibi olmasını istiyoruz.
virtualtourist,
tripadvisor vb. sitelerden gidilecek şehirler ile ilgili genel bilgi toplanıyor
ve bu şehirlerde gezilecek yerler ile alakalı turistik ve tarihi bilgiler
derleniyor. Diğer yandan ise valiz içeriği ile ilgili gerekli bilgileri
toparlayıp bu işi Berna’ya yüklüyorum. Pratik bilgiler için ekşisözlük imdadıma
yetişiyor.
Artık kaba taslak
rotamız belli: Kazablanka – Rabat – Fez – Marakeş – Kazablanka
Diğer kalınacak şehirlerdeki konaklama sorununu hostelworld.com sitesinden çözüyoruz ve beğendiğimiz, merkezi konumdaki hosteller için rezervasyonları yaptırıyoruz.
Google Earth’ten her şehir için tripadvisor ile virtualtourist’in tavsiye ettiği ve ilgimizi çeken yerleri iğneliyorum ve her şehir için bir .kmz dosyası oluşturuyorum. Emektar navigasyon cihazıma Fas haritasını bir aylık kiralayarak indiriyorum ve tüm Google Earth dosyalarımı cihaza aktarıyorum.
Evet, artık her yer elimizin altında ve teknolojinin bu nimetinden faydalanmak Fas gibi kaybolmamanın imkansız olduğu şehirlere sahip bir ülkede son derece sorunsuz bir gezi geçirmemize yarayacak.
Diğer kalınacak şehirlerdeki konaklama sorununu hostelworld.com sitesinden çözüyoruz ve beğendiğimiz, merkezi konumdaki hosteller için rezervasyonları yaptırıyoruz.
Google Earth’ten her şehir için tripadvisor ile virtualtourist’in tavsiye ettiği ve ilgimizi çeken yerleri iğneliyorum ve her şehir için bir .kmz dosyası oluşturuyorum. Emektar navigasyon cihazıma Fas haritasını bir aylık kiralayarak indiriyorum ve tüm Google Earth dosyalarımı cihaza aktarıyorum.
Evet, artık her yer elimizin altında ve teknolojinin bu nimetinden faydalanmak Fas gibi kaybolmamanın imkansız olduğu şehirlere sahip bir ülkede son derece sorunsuz bir gezi geçirmemize yarayacak.
Ziyaret
edeceğimiz şehirler arası en kolay ulaşım şeklinin tren ile olacağına kanaat
getiriyoruz ve Fas Devlet Demiryolları'nın web sitesinden ihtiyaç duyacağımız
gün ve saatlerdeki tren seferlerini de inceleyip not aldıktan sonra yol
haritamızı tamamlıyoruz. Elimizde, benim hazırladığım ve yazıcıdan çıkartarak
ciltlettirdiğimiz yol haritası kitapçığımız, çeşitli web sitelerinden
derlediğimiz, Fas ve gideceğimiz şehirlere ait genel ve tarihi bilgi içeriği
ile dolu bir diğer kitapçığımız, beğendiğimiz bir blog yazısından alıntılar
içeren gezi rehberimiz, tam donanımlı bir navigasyon cihazımız ve netbook’umuz
var.
Uzun tren ve uçak
yolculukları film izlemeden geçmez diyerek bir arkadaşımdan netbook’unu ödünç
alıyor ve birkaç film aktarıyorum. Koskoca laptop’la gitmenin manası yok keza
bol bol yürüyeceğiz ve ağırlığımızın az olması gerekiyor.
Tek valiz ve gün
içerisinde yanımızda taşıyacağımız bir sırt çantası ile gitmeye karar veriyoruz
ve valizimizi hazırlıyoruz. Evet, valizdeki eşyaların beşte dördü Berna’nın ve
ben yanıma sadece iki tişört, iki kot, bir yağmurluk, bir gömlek ve bir ceket
alıyorum. Valizi güç bela kapatıyoruz ve günlerden 14 Şubat...
Uçağımız
09:55’te. Sabahın sekizinde, Atatürk Havalimanı’nda uykulu gözler ile gerekli
işlemleri yapıp kahvaltıya koyuluyoruz. Tam olması gereken saatte uçağa
alınıyoruz ve yaklaşık beş saatlik uçuşumuz başlıyor. Ama o da ne? THY ile
bizim beğenmediğimiz Fas havayolları’nın ortak uçuşuna denk geliyoruz ve uçak
hınca hınç Fas’lı dolu. Alkol almak istiyoruz ama onca bilgi toplamış olsak ta
gideceğimiz ülkenin günlük hayatını ve adetlerini tam bilmediğimizden
cayıyoruz. Hem indiğimizde dünyanın en büyük ikinci camii’ni ziyarete gideceğiz
ve falso vermek istemiyoruz.
1.GÜN: KAZABLANKA
Yerel saat
13:00’te iniyoruz ve telefonlarımızı açıyoruz. Tatil için satın aldığım
yurt dışı konuşma paketinin rahatlığıyla ailelerimizle görüşüyoruz. Pasaport
kontrolü uzun sürüyor ama görevlilerin hepsi , Türk olduğumuzu görünce bize
samimi davranıyorlar ve işimizi hallederek valizimizi almaya gidiyoruz. Ufak
bir karmaşadan sonra valizimizi buluyoruz ve havaalanı içindeki döviz bürosunun
yerini soruyoruz.
Erken kahvaltının ardından şehrin yeni ve modern kesimlerinden biri olarak adlandırılan Gueliz semtindeki otelimizden yürüye yürüye medinaya giriyoruz. İlk durağımız tabi ki Djemaa El Fnaa ( Fenalıklar Meydanı )
Bir sonraki
durağımız Maison de le Photographie. Daha
önce internette okuduğumuz yorumlara göre enfes fotoğraflar görebileceğimiz bir
sergiyi ziyaret etmeyi ümid ediyoruz ve beklentilerimiz boşa çıkmıyor. Onlarca
yıllık fotoğraf makineleri, eski zamanlardan kalma Fas fotoğrafları, Fas’lı
eski kadınların günlük kıyafetlerini ve ilginç takılarını görebildiğimiz, Atlas
Dağları kervanlarına ait 50-60 yıllık fotoğraflar ve daha neler neler...
Meydanda biraz
dolandıktan sonra Cafe Rahba Kedima’nın harika manzaralı terasına çıkıyor ve
öğlen yemeği sipariş veriyoruz. Fas
salatasını Berna beğenmese de, ben afiyetle yiyorum ve leziz tajinlerimizin
keyfini çıkarıyoruz.



İlk hatamızı
burada yapıyoruz ve gereğinden fazla döviz bozduruyoruz. Havaalanındaki kur
dışarıya göre yüzde 10’dan fazla düşük. Nakit ihtiyacımızı da hallettikten
sonra tabelaları takip ederek havaalanının altındaki tren istasyonuna
ulaşıyoruz, tren biletlerimizi alıyoruz ve yürümeye koyuluyoruz. İşte bu anda
ilk ‘Fas’a hoşgeldiniz’ karşılaması ile tanışıyoruz.
Merdivenin sonunda duran amcaya valizimizi kaptırıyoruz ve arkasından koşar adımlar ile takip ediyoruz. Bir hayli yürüdükten sonra amca, kendi uygun gördüğü kopartmana bizi yerleştiriyor ve bahşiş için avucunu açıyor. Cebimden 5 dirhem çıkarıp veriyorum ama suratını ekşitiyor. Bir 5 dirhem daha kaptırdıktan sonra trene binip beklemeye koyuluyoruz.
Yarım saatlik bir yolculuktan sonra Casa Voyageurs istasyonunda iniyoruz ve taksi tutmak için dışarı yürüyoruz. Taksiciler, garın kapısında adeta bir Çin Seddi oluşturmuşçasına bizi bekliyor ve turist olduğunu anladıklarına hemen yapışıveriyorlar.
Daha önce internetten edindiğim pratik bilgileri kullanarak kapıdan çıkar çıkmaz gideceğimiz yere verilen fiyatları reddediyor ve umursamaz tavırlar sergiliyorum. Fas’ta iki tip taksi var. Biri grande taxi denilen manda kasa eski Mercedes’ler, diğeri ise nispeten daha ucuz olan Fiat Uno, Peugeot 106 ve benzeri minicik, dokunsanız dökülecek vaziyetteki eski arabalardan oluşan petit taxi’ler. Otelimize ulaşımın petit taxi ile 10 dirhem olması lazım ancak kapıda 50 dirhem’den başlayan pazarlıkları en son 20 dirhem’e bitirebiliyorum ve yola koyuluyoruz.
Kısa bir süre sonra Kazablanka’da tek gece kalacağımız hostel olan ‘Hotel Central’e ulaşıyoruz. Fiyatı uygun ancak derme çatma bir yer olmasına karşın isminden de anlaşılacağı gibi merkezi bir konumda olmasından dolayı burayı tercih etmiştik.
Resepsiyonist, pasaportlarımızdan Türk olduğumuzu anlayınca yapıştırıveriyor bildiklerini arka arkaya: Abdullah Gul, Galatasaray, one minute...
Eğlenceli bir karşılamadan sonra odamıza çıkıyor ve yerleşiyoruz. Artık yükümüzden kurtulup Kazablanka’yı keşfetmenin vakti geldi. Gerekli eşyaları sırt çantasına koyup atıyoruz kendimizi dışarı. Hava harika ve buram buram yosun kokuyor...
Navigasyon cihazını açıp uyduya bağlanmasını bekliyorum ve yaya moduna alarak ilk rotayı belirliyorum: 2.Hassan Camii
Bir saat evvel gördüğümüz şehrin o modern kesiminden çıkıp bir anda kargaşa, keşmekeş dolu medina’nın daracık sokaklarında ilerliyor ve ufak meydanlara kurulu pazar tezgahlarına göz gezdiriyoruz. Bir yandan sırtı yük dolu eşekler ve kamikaze uçağı gibi ölümüne ilerleyen mobiletli sürücüler ile daracık sokaklarda köşe kapmaca oynuyor, diğer yandan mahalle kasaplarından birinin, tavuk almak isteyen bir müşterisine kafesten canlı tavuğu çıkarıp, boynunu vurarak saniyeler içerisinde tüylerini yolmasına ve paketleyip satmasına şaşkın gözler ile bakıyoruz.
Keyifli bir yürüyüşün ardından akşam yemeği için ilk seçeneğimiz olan Rick’s Cafe’ye ulaşıyoruz. Meşhur ‘Kazablanka’ filmine de konu olan bu restoranda yemek yiyebilmek öncelikli planımız. Ancak kapıdaki görevli tüm masalarının dolu olduğunu ve bizi rezervasyonsuz alamayacağını söylüyor. Yüklü bir hesap bırakacağımızı söylemek te bir işe yaramıyor ve ufak bir hayal kırıklığı ile yedek planımızı devreye sokuyoruz.
Harika bir ‘Sevgililer Günü’ akşam yemeğini Fas’ın geleneksel içeceği olan nane çayı ile bitirerek artık harap düşmüş bedenlerimizi biraz dinlendirebilmek için otelimize doğru yola koyuluyoruz.
Uyumadan evvel odadan netbook’u alarak otelin giriş katındaki ortak oturma alanına inmeye ve wi-fi ile internette biraz takılmaya karar veriyoruz. Bu arada, nişanlısı Fas’ta olduğu için sürekli gidip gelen bir Türk ile tanışıp sohbet ediyoruz. Derken yirmili yaşlarda Türk bir çift yanımıza oturuyor ve birbirimize tatil planlarımızdan bahsediyoruz.
2.GÜN: RABAT
Erken uyanıp valizimizi toparlayarak kahvaltıya iniyoruz keza saat 11:00’daki Rabat trenini kaçırmaya hiç niyetimiz yok. Kahvaltımız oldukça basit ama bir o kadar da lezzetli: Ufak bazlamalar, lavaş, tereyağı, portakal ve çelik reçeli ile çay ve taze sıkılmış portakal suyu.
Çıkış yapıp Casa Port tren istasyonuna yürüyoruz ve Rabat Agdal durağı için biletlerimizi alarak trenimizin kalkacağı perona ilerliyoruz. Rabat’ta gezilecek yerlere en yakın tren istasyonu Rabat Ville ancak bu bölgede kalabileceğimiz uygun fiyatlı bir yer bulamadığımızdan beş dakika mesafedeki Rabat Agdal istasyonunun hemen yanı başındaki Ibis Hotel’de kalacağız.
Bir saatlik yolculuktan sonra trenden inip yavaş adımlarla dışarı çıkıyoruz ve etrafımızı saran taksicileri pas geçerek elli adım mesafedeki otelimize yerleşiyoruz. Güler yüzlü resepsiyonist, odamızın henüz hazır olmadığını söyleyince hiç vakit kaybetmeden valizimizi emanete bırakıp sırt çantamızı hazırlıyor ve tekrar tren istasyonuna dönerek bir durak mesafedeki Rabat Ville için biletlerimizi alıyoruz.
Rehber amca ile hatıra fotoğrafı çektirip ayrılarak meydanın diğer ucundaki ‘Hassan Kulesi’ne yaklaşıyoruz. 12.yüzyılda dünyanın en büyük minaresi olmak üzere yapılmaya başlanıp yarıda kalmasına rağmen hala heybetli bir görüntü sergiliyor.
İki nane çayı ile biraz hamur işi tatlı alarak biraz önce gezdiğimiz Hassan Kulesi’ni uzaktan izliyor ve okyanus kokusunu ciğerlerimize çekiyoruz.
Merdivenin sonunda duran amcaya valizimizi kaptırıyoruz ve arkasından koşar adımlar ile takip ediyoruz. Bir hayli yürüdükten sonra amca, kendi uygun gördüğü kopartmana bizi yerleştiriyor ve bahşiş için avucunu açıyor. Cebimden 5 dirhem çıkarıp veriyorum ama suratını ekşitiyor. Bir 5 dirhem daha kaptırdıktan sonra trene binip beklemeye koyuluyoruz.
Yarım saatlik bir yolculuktan sonra Casa Voyageurs istasyonunda iniyoruz ve taksi tutmak için dışarı yürüyoruz. Taksiciler, garın kapısında adeta bir Çin Seddi oluşturmuşçasına bizi bekliyor ve turist olduğunu anladıklarına hemen yapışıveriyorlar.
Daha önce internetten edindiğim pratik bilgileri kullanarak kapıdan çıkar çıkmaz gideceğimiz yere verilen fiyatları reddediyor ve umursamaz tavırlar sergiliyorum. Fas’ta iki tip taksi var. Biri grande taxi denilen manda kasa eski Mercedes’ler, diğeri ise nispeten daha ucuz olan Fiat Uno, Peugeot 106 ve benzeri minicik, dokunsanız dökülecek vaziyetteki eski arabalardan oluşan petit taxi’ler. Otelimize ulaşımın petit taxi ile 10 dirhem olması lazım ancak kapıda 50 dirhem’den başlayan pazarlıkları en son 20 dirhem’e bitirebiliyorum ve yola koyuluyoruz.
Kısa bir süre sonra Kazablanka’da tek gece kalacağımız hostel olan ‘Hotel Central’e ulaşıyoruz. Fiyatı uygun ancak derme çatma bir yer olmasına karşın isminden de anlaşılacağı gibi merkezi bir konumda olmasından dolayı burayı tercih etmiştik.
Resepsiyonist, pasaportlarımızdan Türk olduğumuzu anlayınca yapıştırıveriyor bildiklerini arka arkaya: Abdullah Gul, Galatasaray, one minute...
Eğlenceli bir karşılamadan sonra odamıza çıkıyor ve yerleşiyoruz. Artık yükümüzden kurtulup Kazablanka’yı keşfetmenin vakti geldi. Gerekli eşyaları sırt çantasına koyup atıyoruz kendimizi dışarı. Hava harika ve buram buram yosun kokuyor...
Navigasyon cihazını açıp uyduya bağlanmasını bekliyorum ve yaya moduna alarak ilk rotayı belirliyorum: 2.Hassan Camii
Kısa bir süre sonra tüm heybeti ile 2.Hassan Camii’nin
minaresi beliriyor ve adımlarımız daha da serileşiyor. Camii’nin bulunduğu
meydana vardığımızda karşımızda duran devasa yapının heybetiyle ağızlarımız
açık birbirimize bakıyoruz ancak bu daha bir başlangıç.
2.Hassan Camii, Fas’ta
gayrimüslimlerin ziyaret etmesine müsaade edilen nadir ibadethanelerden.
Dolayısıyla etrafımızda birçok yabancı turist var. Etraftaki insanları takip
ederek devasa bir kapıya ilerliyoruz ve ben ayakkabılarımı çıkararak erkeklere
açık bölümü gezmeye başlıyorum. İnanılmaz bir mimari, harikulade el
işçilikleri! Gezimi tamamlayıp bol bol fotoğraf çektikten sonra dışarıda beni
bekleyen Berna ile buluşuyorum ve bu sefer bayanlara açık olan kısıma
ilerliyoruz. Berna’yı beklerken sayısız fotoğraf çekiyorum ve her on adımda bir
arkamıza dönüp bu muhteşem yapıya bakarak ikinci rotamıza doğru yola
koyuluyoruz.
Bize doğru yürüyen birkaç genç kızdan camii ile birlikte
fotoğrafımızı çekmelerini istiyoruz ve fotoğraf çekildikten sonra kızlara
teşekkür etmek için ‘şükran’ diyorum. Kızlar gülüşerek ve aralarında konuşarak
uzaklaşıyorlar. O an, Fas’ta özellikle genç kuşak arasında en yaygın dilin
Fransızca olduğunu hatırlıyor ve birisine teşekkür etmek için ’merci’ demenin
daha yerinde olacağına kanaat getiriyorum.
İkinci durağımız Kazablanka’nın modern kesimi olan La
Corniche yani Kordon Boyu. Navigasyon cihazımızın talimatları ile yürüyoruz ve
etrafı inceliyoruz. Yarım saatlik bir yürüyüşten sonra şehrin çehresi iyice
değişiyor ve kendimizi lüks kafelerin, lüks spor arabaların cirit attığı sahil
kesiminde buluyoruz. Akşam olmak üzere ve Fas’lı delikanlılar ile genç kızlar
şıkır şıkır giyinmiş, sokakları arşınlıyor.
Kordon boyundaki kafelerin coğunun alt katlarında spor
salonları bulunuyor ve birçok Fas’lı okyanus manzarasının keyfini çıkara çıkara
koşu bandında spor yapıyor. İlk günün yorgunluğu ağır basıyor ve bir kafeye
girip tatlı ve kahve sipariş veriyoruz.
Siparişlerimizi bitirip biraz dinlendikten sonra
planladığımız gibi Kazablanka’nın eski medinası içinden yürüyerek akşam yemeği
için kararlaştırdığımız iki restorandan birine varmak üzere geri dönüş yoluna
koyuluyoruz. Ayaklarımız artık pes etmek üzere ve 2.Hassan Camii’ne kadar taksi
ile gitmeye karar veriyoruz. Taksiden
indikten sonra akşam güneşi ile daha bir güzelleşen 2.Hassan Camii’ne son kez
bakarak medina’ya yürüyoruz.
Bir saat evvel gördüğümüz şehrin o modern kesiminden çıkıp bir anda kargaşa, keşmekeş dolu medina’nın daracık sokaklarında ilerliyor ve ufak meydanlara kurulu pazar tezgahlarına göz gezdiriyoruz. Bir yandan sırtı yük dolu eşekler ve kamikaze uçağı gibi ölümüne ilerleyen mobiletli sürücüler ile daracık sokaklarda köşe kapmaca oynuyor, diğer yandan mahalle kasaplarından birinin, tavuk almak isteyen bir müşterisine kafesten canlı tavuğu çıkarıp, boynunu vurarak saniyeler içerisinde tüylerini yolmasına ve paketleyip satmasına şaşkın gözler ile bakıyoruz.
Keyifli bir yürüyüşün ardından akşam yemeği için ilk seçeneğimiz olan Rick’s Cafe’ye ulaşıyoruz. Meşhur ‘Kazablanka’ filmine de konu olan bu restoranda yemek yiyebilmek öncelikli planımız. Ancak kapıdaki görevli tüm masalarının dolu olduğunu ve bizi rezervasyonsuz alamayacağını söylüyor. Yüklü bir hesap bırakacağımızı söylemek te bir işe yaramıyor ve ufak bir hayal kırıklığı ile yedek planımızı devreye sokuyoruz.
Kısa bir yürüyüşün ardından ‘La Squala’ya varıyoruz ve
eski kale surlarından oluşan girişinden geçerek içeri ilerliyoruz. Kapıda bizi
nazik bir hanımefendi karşılıyor ve masamızı seçiyoruz. Şu meşhur ‘tajin’i tatmanın artık vakti geldi...
Harika bir ‘Sevgililer Günü’ akşam yemeğini Fas’ın geleneksel içeceği olan nane çayı ile bitirerek artık harap düşmüş bedenlerimizi biraz dinlendirebilmek için otelimize doğru yola koyuluyoruz.
Uyumadan evvel odadan netbook’u alarak otelin giriş katındaki ortak oturma alanına inmeye ve wi-fi ile internette biraz takılmaya karar veriyoruz. Bu arada, nişanlısı Fas’ta olduğu için sürekli gidip gelen bir Türk ile tanışıp sohbet ediyoruz. Derken yirmili yaşlarda Türk bir çift yanımıza oturuyor ve birbirimize tatil planlarımızdan bahsediyoruz.
2.GÜN: RABAT
Erken uyanıp valizimizi toparlayarak kahvaltıya iniyoruz keza saat 11:00’daki Rabat trenini kaçırmaya hiç niyetimiz yok. Kahvaltımız oldukça basit ama bir o kadar da lezzetli: Ufak bazlamalar, lavaş, tereyağı, portakal ve çelik reçeli ile çay ve taze sıkılmış portakal suyu.
Çıkış yapıp Casa Port tren istasyonuna yürüyoruz ve Rabat Agdal durağı için biletlerimizi alarak trenimizin kalkacağı perona ilerliyoruz. Rabat’ta gezilecek yerlere en yakın tren istasyonu Rabat Ville ancak bu bölgede kalabileceğimiz uygun fiyatlı bir yer bulamadığımızdan beş dakika mesafedeki Rabat Agdal istasyonunun hemen yanı başındaki Ibis Hotel’de kalacağız.
Bir saatlik yolculuktan sonra trenden inip yavaş adımlarla dışarı çıkıyoruz ve etrafımızı saran taksicileri pas geçerek elli adım mesafedeki otelimize yerleşiyoruz. Güler yüzlü resepsiyonist, odamızın henüz hazır olmadığını söyleyince hiç vakit kaybetmeden valizimizi emanete bırakıp sırt çantamızı hazırlıyor ve tekrar tren istasyonuna dönerek bir durak mesafedeki Rabat Ville için biletlerimizi alıyoruz.
İstasyondan çıkar
çıkmaz başkentte bulunduğumuzu tekrar hatırlıyoruz çünkü her halinden resmiyet
akan bir şehirdeyiz. Caddeler, sokaklar Kazablanka’ya göre çok daha temiz ve
düzenli, tabelalar daha kullanışlı.
İlk durağımız
şehrin göbeğinde olan 5.Muhammed mozolesi. Sanıyorum bizim için Atatürk ne ise
Fas’lılar için de 5.Muhammed o. Bağımsız Fas’ın ilk kralı ve biz de Fas’lıların
anıtkabirini görmeye gidiyoruz. Mozoleye
yaklaştıkça atlı gardiyanlar ile nöbetçiler beliriyor ve kendimizi mozolenin
bulunduğu meydana atıyoruz. Mozolenin önünde lisanslı bir rehber amca ile
tanışıyoruz ve her ne kadar elimizde yeterli bilgi bulunsa da amcanın bize
rehberlik etmesine müsaade ediyoruz.
Yirmi dakika
kadar hiçbir kaynakta bulamayacağımız bilgiler de dahil olmak üzere anlatıyor
bize rehber amca. Altın kaplamalı işlemeler ve Pakistan’dan özel olarak
getirtilmiş oniks taşı ile kaplı mezarlar göz kamaştırıyor. 5.Muhammed’in bir
yanında önceki gün adına yapılmış camii’ni ziyaret ettiğimiz 2.Hassan, diğer
yanında ise onun kardeşinin mezarları bulunuyor.
Rehber amca ile hatıra fotoğrafı çektirip ayrılarak meydanın diğer ucundaki ‘Hassan Kulesi’ne yaklaşıyoruz. 12.yüzyılda dünyanın en büyük minaresi olmak üzere yapılmaya başlanıp yarıda kalmasına rağmen hala heybetli bir görüntü sergiliyor.
Bir sonraki
durağımız için ufak bir yürüyüşten sonra taksiye binerek Kasbah of the Udayas’a hareket
ediyoruz. İlk olarak devasa kapılı
surlardan geçerek yemyeşil avlusu ile müzesini ziyaret ediyoruz ve içerilere
doğru yürümeye başlıyoruz.
Kalenin köşesinden dönmemizle birlikte surların
kahverengi tonları kendini beyaz ve masmavi boyanmış duvarlara sahip sokaklara
bırakıyor. Bir an için bir Yunan adasında olduğumuzu düşünüyoruz ve labirent
gibi sokaklardan geçerek muhteşem deniz manzaralı çay bahçesine varıyoruz.
İki nane çayı ile biraz hamur işi tatlı alarak biraz önce gezdiğimiz Hassan Kulesi’ni uzaktan izliyor ve okyanus kokusunu ciğerlerimize çekiyoruz.
Son
durağımız Chellah: Taksiye atlayıp 15 dakikalık bir yolculuktan sonra eski
surların ve kalıntıların olduğu Chellah’a varıyoruz. Binalara ait eski baca ve
kule kalıntılarının üzerine yuva yapmış leyleklerin şarkıları eşliğinde yeşil
ile maviye doyarak bol bol fotoğraf çekiyoruz.
Artık
dönüş zamanı. Hala vaktimiz var ve yürümeye karar veriyoruz. Parlamento
binasına doğru yola koyuluyoruz ve resmi binaların önünde birkaç fotoğraf
çekmek istiyoruz. Kapıda dikilen nöbetçilerden fırça yiyoruz ama ben gene de çaktırmadan
çekiyorum istediğim fotoğrafları.
Yorulmaya
başladığımızı hissedince taksiye binmeye karar veriyoruz ve yoldan rastgele bir
tanesini çeviriyoruz. Uzaktan boş olduğunu sandığımız taksinin ön koltuğunda
yaşlı bir teyze oturuyor ve taksici yanımızda durup nereye gideceğimizi soruyor.
Tren istasyonuna gideceğimizi söyleyince yanındaki teyze ile bir şeyler konuşup
binmemizi söylüyor. Taksicinin ben söylemeden taksimetreyi açması ile
şaşırıyorum ve aralarında ne konuştuklarını tahmin etmeye çalışıyorum.
Çok geçmeden tren
istasyonuna varıyoruz ve taksiciye birkaç dirhem de fazla vererek arabadan
iniyoruz. Yaşlı teyzenin yolculuğu da bizim sayemizde bedavaya gelmiş oluyor ve
hayır duasını alıyoruz.
Trene binip
otelimize dönüyor ve lobiye iniyoruz. İkimiz de geldiğimizden beri alkol aşeriyoruz
ancak Fas’ta alkol satan yer bulmak çölde vaha bulmak kadar zor. Ya bizdeki 3M
Migros misali büyük süpermarketlerde akşam belli saatlere kadar tamamen ayrı
bir bölümde satılıyor ya da uluslararası misafir ağırlayan otellerin
barlarında. Ibis’te kalmanın verdiği avantajı kullanarak buz gibi ‘Casablanca’
biraları mideye indiriyoruz.
Odamıza çıkıp
kısa bir dinlenceden sonra üstümüzü değiştiriyor ve aşağı iniyoruz. Otelin açık büfe akşam
yemeği gayet güzel görünüyor ve fiyatları uygun ancak otele tıkılıp kalmak
istemiyoruz ve kendimizi sokağa atarak bulunduğumuz bölgenin merkezine doğru
yürüyoruz. Bağdat caddesi’nin 15 sene önceki halini andıran bir caddede
yürüyerek etrafı inceliyoruz ve bir McDonalds’a rastlıyoruz. Girişinde kocaman
resmi bulunan bir menü iştahımı kabartıyor ve içeri dalıyoruz.
İçerisi hınca
hınç dolu ve tamamı piyasa gençliği. Kesif bir kızartma yağı kokusu her yeri
kaplamış durumda ama ne olursa olsun o fotoğrafta gördüğüm burgeri denemeliyim.
İki McFondue menü alıyoruz ve ne kadar isabetli bir karar verdiğimizi konuşarak
yiyoruz. Menü beni kesmiyor ve bir burger daha alıyorum.
Tüm günün
yorgunluğu ve koskoca burgerleri mideye indirmenin verdiği ağırlık ile otele
dönmeye karar veriyoruz. Karanlık sokaklardan geçerek otelimize varıyoruz ve
bir süre daha alkolsüz kalabileceğimizi düşünerek bara geçiyoruz. Bir yandan
votkalarımızı yudumlarken ben tv’deki futbol maçına bakıyorum, Berna ise facebook
mesajlarına cevap yazmakla meşgul.
3.GÜN: FEZ
Rabat’ta görmek
istediğimiz tüm yerleri koşuşturmadan ve rahatça gezebilmiş olmanın vermiş
olduğu mutluluk ile uyanıyoruz ve otelde kahvaltımızı yapıyoruz. Çıkış
işlemlerinden sonra 10:07’deki Fez trenine biletlerimizi alıyoruz ve iki buçuk saatlik
yolculuğumuz başlıyor. Fez, en az Marakeş kadar merak ettiğim ve beni
heyecanlandıran bir şehir.
Ülkenin ismi,
birçok dilde Morocco, Maroc ve benzeri kelimeler ile adlandırılmış olmasına
rağmen zamanında Osmanlı İmparatorluğunun Kuzey Afrika’da ilerleyebildiği en
uzak toprakların Fez şehri olmasından dolayı dilimize Fas olarak yerleşmiş.
Fez’e varıyoruz
ve Fas’ta gördüğümüz en görkemli tren garından çıkarak taksicilerin yanına yanaşıyoruz.
Hussein ile tanışarak pazarlık ediyoruz ve 25 dirheme anlaşıp, bizi kalacağımız
hostele götürmesini istiyoruz. Yolda, taksici bizi çevrede görülebilecek diğer
yerlere götürebileceğini söyleyerek bir fiyat listesi çıkarıyor ve arkaya
uzatıyor. Bir yandan listeyi incelerken diğer yandan sohbet ediyoruz Hussein
ile.
Günübirlik Meknes
turunun 400 Dirhem olduğunu görüyorum oysa ki ben çoktan planımı yapmışım.
Fez’de kalacağımız günlerden birini Meknes için ayıracağız ve ulaşım otobüs ile
olacak.
Fez, dünya
üzerinde orta çağdan kalmış şehirler arasında en iyi korunmuş olan üç tanesinden
biri ve UNESCO Kültür Mirasları Listesi’nde.
Yirmi dakikalık bir yolculuktan sonra Hussein, bizi Bab Boujloud
kapısına getiriyor ve buradan sonra yürüyerek devam etmek zorunda olacağımızı
söylüyor.
Hussein ile
vedalaşarak muhteşem mozaik işlemeleri ile göz kamaştıran Bab Boujloud
kapısından Fez’in en büyük medinası olan Fes el Bali’ye giriyoruz ve navigasyon
cihazının talimatlarına uyarak kalacağımız hostel olan Dar Hafsa’ya doğru
ilerliyoruz.
Yürümeye devam
ettikçe, Fas gezisinde ziyaret etmeyi planladığımız şehirler içinde neden
sadece Fez için Google Earth’in bile yetersiz kaldığını ve hiçbir kaynakta modern
bir şehir haritası olmadığını anlıyorum.
Fez medinası,
9.yy’da kurulmuş, çoğu daracık yaklaşık 4000 sokaktan oluşan, rehbersiz
gezmenin imkansız olduğu, araç trafiği olmayan ama her sokakta eşeklere ve
mobiletlere yol vermek için kapı eşiklerine kaçmak zorunda olduğunuz apayrı bir
dünya. İlk girdiğiniz andan itibaren kendinizi eski Indiana Jones filmlerinde
gördüğünüz sokaklardaymış gibi hissediyorsunuz. Fez için Batı’nın Mekke’si veya
Afrika’nın antik Atina’sı dendiğini söylersem sanırım ne demek istediğimi daha
iyi anlarsınız.
Daracık sokaklar
ve 2-3 katlı binaların arasında dolaşmaya başladıkça navigasyon cihazımın uydu
ile bağlantısı kesiliyor. Elimizde adres olmasına rağmen yetersiz sokak
tabelaları nedeni ile bir türlü varamıyoruz hostelimize. İnadım tutuyor ama bu
inat bize bir yarım saat kaybettirdikten sonra vazgeçerek yardım istiyorum.
Hayırsever bir
Fas’lının rehberliğinde hostelimize varıyoruz ve günlerdir her şeye bahşiş
vermenin alışkanlığı ile genç arkadaşıma 10 dirhem uzatıyorum. Bahşişi geri
çeviriyor ve az bulduğunu düşünerek bu sefer 20 dirhem uzatıyorum. Israrla
almıyor ve bizi şaşırtarak daracık sokaklarda izini kaybettiriyor.
Dar Hafsa’nın
kapısından girmemizle bu üç katlı, hususi evden bozma, toplam dört odalı şirin
hostelin dekorasyonu ile büyüleniyoruz. Hostelin sahibinin kızı Meryem bizi
nazikçe karşılıyor ve giriş kattaki odamıza yerleştiriyor.
Kısa bir
sohbetten sonra kendimizi Fez sokaklarına atıyoruz. İşe yaramayacağını bile
bile navigasyon cihazımı açıyorum ama sokakların hepsi daracık ve uydudan
sinyal almak çok zor. Turistler için sokak duvarlarına yerleştirilmiş ve belli
başlı turistik yerlere yönlendiren oktagonal yıldız işaretlerini takip ederek
listemizde olan yerlere ulaşmaya çalışıyoruz ama imkansız!
Derken, yanımıza
13-14 yaşlarında bir çocuk yanaşıyor ve bize rehberlik yapabileceğini söylüyor.
Listemizde olan yerleri gösteriyoruz ve bizi çoğuna götürebileceğine ikna
etmesiyle başlıyoruz takibe.
Genç rehberimizin
İngilizce’si çok kısıtlı ancak kendisini çok yakından takip etmememiz
gerektiğini, mecbur kalmadıkça konuşmayacağımızı ve jest, mimikler ile
anlaşacağımızı bize anlatmayı başarıyor. Fas’ta lisanssız rehberlik yapmanın
cezası büyük ve etrafta sivil polisler cirit atıyor. Okulundan çıkıp biraz harçlık
kazanmak isteyen arkadaşımıza hem yardımcı olmak hem de kısıtlı vaktimizi en
iyi şekilde değerlendirmek üzere yola koyuluyoruz.
İlk olarak Fez
şehrinin kurucusu Moulay Idriss II türbesini ziyaret ediyoruz. Türbenin önünde
iken kalabalık bir Çin’li turist kafilesi beliriyor ve ellerinde fotoğraf
makineleri, kafalarında değişik şekillerde şapkaları ile türbenin önünde
duruyorlar. Biz ise müslüman olmamızın verdiği avantaj ile türbenin içine
dalarak onları kıskandırıyoruz.
Moulay Idriss II
türbesi bizi pek etkilemiyor ve birkaç fotoğraf çektikten sonra ikinci rotamız
olan El Karavayyin Üniversitesi’ne hareket ediyoruz. Kapıdaki görevlilerin,
bulunduğumuz anın ziyaret saatleri içerisinde olmadığını söylemesi üzerine
burayı erteleyerek hemen yakınındaki El Attarin Medresesi’ne gidiyoruz. Genç
rehberimiz Khalid’i gene kapıda bizi beklemek üzere bırakıp içeri giriyoruz ve
muhteşem ahşap işçilikleri ile süslenmiş kemerlerin çevirdiği avlusunu
geziyoruz.
El Attarin
Medresesi’nin gözlerimizde bıraktığı doyurucu görsel şölenin mutluluğu ile Fez’deki
dört geleneksel tabakhaneden en büyüğü olan Chouara Tabakhaneleri’ne
gidiyoruz. Bu tabakhanelerde deriler,
hala orta çağdan kalma tekniklerle işleniyor ancak işçilerin yanına kadar inip
izlemeniz zor. Tabakhanenin girişinde sıralı haldeki birçok deri dükkanının
kapısında, dükkan çalışanları sizi hem bir şeyler satmak için içeri çekmeye
çalışıyor hem de tabakhaneleri bu dükkanların teraslarından izlemenize izin
vererek bahşiş koparmaya çalışıyorlar.
Biz de hemen ilk
sıradaki dükkanın kapısında duran tezgahtara bir şey satın almayacağımızı ancak
tabakhaneleri görmek istediğimizi söylüyoruz. Tezgahtar, bizi dükkanın içinden
üst kattaki panoramik terasına çıkartıyor ve aşama aşama deri işlenmesini
anlatarak bol bol fotoğraf çekmemize müsaade ediyor. Tabi ki cüzi bir bahşiş
karşılığında...
Derilere
uygulanan boyalar tamamen organik ve dükkanların içerisinde satılan malların
canlı renklerinden bunu anlayabilmeniz hiçte zor değil. Chouara Tabakhaneleri,
Fez’de kesinlikle görülmesi gereken yerlerden.
Amonyak kokusunun
genzimizde bıraktığı acı tat ile tekrar El Karavayyin Üniversitesi’ne
dönüyoruz. Kapıdaki görevli hala ziyaret saatinin gelmediğini söylüyor ancak
Türk olduğumuzu söyleyince bize kıyak geçiyor ve içeri giriyoruz.
Kapıda bekleyen
onlarca Uzakdoğu’lu turisti yatıştırmak ise diğer görevliye düşüyor. Evet,
sonunda dünyanın en eski medresesi olan ve orta çağdan günümüze kadar müslüman
aleminin önde gelen eğitim kurumlarından ve ruhani yerlerinden biri olan El
Karavayyin Üniversitesi’ne girmeyi başardık. Hemde bizden başka kimseler yok
içeride...
Görevliyi takip
ederek faydalı bilgiler ile donatıldıktan sonra iş geldi dua faslına.
Medresenin en gösterişli bölümlerinden birinde görevli bize yönümüzü kıbleye
dönerek diz çökmemizi söylüyor, kendisi de önümüzde diz çökerek sesli bir
şekilde dua ediyor ve her söylediğinden sonra ‘Amin’ diyoruz.
Medresede bir
saat kadar vakit harcadıktan sonra acıkmaya başladığımızı hissettik. Dışarıda
Khalid ile buluşup yemek yiyeceğimizi ve kendisinin de bize katılmasını teklif
ettik. Benim niyetim Bab Boujloud kapısı civarındaki salaş restoranlardan
birinde yemek yiyip, işi ucuza kapatmaktı. Ancak Khalid, o restoranların çoğunun
hijyenik olmadığını söyleyince başka nereye gidebileceğimizi sormuş bulunduk. O
da bize, bir arkadaşının çok güzel bir restoranı olduğunu ve bizi oraya
götürebileceğini söyleyince kabul ettik. İşte Fas gezimizin ikinci hatasını da
burada yaptık...
Khalid bizi
arkadaşının restoranına tabi ki restoran sahibinden ufak bir komisyon almak
karşılığında götürmüştü. Planladığımdan biraz pahalı bir yemek olmasına karşın
verdiğimiz paraya değdi ve kiremitte köfte ile sebzeli kuskusu mideye indirdik.
Artık akşam
üzeriydi ama ben bir iki yer daha gezme niyetindeydim. Fez’deki ilk günümüzün
son durağı Nejjarin Kompleksi oldu. Ya da biz şimdilik öyle sanıyorduk...
Burayı da
gezdikten sonra Khalid ile 50 dirhem karşılığında vedalaştık. Verdiğimiz ücreti
az bulunca ertesi gün tekrar buluşabileceğimizi ve bir 50 dirhem daha
kazanabileceğini söyledim. Bir sonraki gün öğleden evvel, belirlediğimiz bir
noktada buluşmak üzere vedalaştık ancak benim ikinci gün planlarım çok
farklıydı.
Tam hostele
dönmek üzere yola koyulmuştuk ki, Berna’ya Bab Boujloud kapısına çıkıp akşam
güneşi altında birkaç fotoğraf çekmeyi teklif ettim. Harika fotoğraflar
çektikten sonra bir 100 metre daha yürüyüp kocaman bir meydana çıktık.
Yorgunluğumuz had
safhadaydı ancak ben daha gezmeye doymamıştım ve aklımda bir fikir vardı. Fez’e
gelip birçok turistin görmeyi ihmal ettiği ya da haberdar olmadığı Borj Nord (
Kuzey Burcu ) veya Borj Sud’dan ( Güney Burcu ) birine çıkıp tüm gün gezdiğimiz
ve artık içerisinde kaybolmaktan keyif aldığımız Fes el Bali’yi tepeden panoramik
olarak akşam güneşi altında izlemeliydim.
Hemen bir petit
taxi’ye atlayıp güneşin daha iyi bir pozisyonda olacağını düşündüğümüz Borj
Nord’a çıktık. Kuzey ve Güney Burçları, Fes el Bali’yi korumak için yapılmış ve
şu an müze haline getirilerek turistlerin ziyaretine açılmış kale surlarından
oluşuyor.
Beş dakikalık bir
yolculuktan sonra Kuzey Burcu’na çıktık ancak kapıdaki asker müze kısmının
kapanmak üzere olduğunu söyledi. Biz de sadece burçları gezip biraz fotoğraf
çekeceğimizi söyledik ama rahat durur muyuz? Fotoğraf işini biraz erteleyerek
hemen müzeye daldık ve yarım saat kalmasına rağmen biletlerimizi alarak
yüzyıllarca yıllık silahların ve savaş aletlerinin bulunduğu müzeyi gezdik.
Son olarak ise müzenin panoramik terasına çıkarak enfes fotoğraflar çektik. Sarıya çalan renklere hakim Fes el Bali surlarının akşam güneşi ile turuncuya bürünmesini izlemek son derece keyifliydi.
Son olarak ise müzenin panoramik terasına çıkarak enfes fotoğraflar çektik. Sarıya çalan renklere hakim Fes el Bali surlarının akşam güneşi ile turuncuya bürünmesini izlemek son derece keyifliydi.
Taksi ile
geldiğimiz yolu yürüyerek geri dönmeye karar verdik. 15 dakikalık yokuş aşağı
bir yürüyüşten sonra Bab Boujloud kapısının biraz açığındaki büyük meydana
varmıştık ve hostelimize dönmeden evvel birer Casablanca bira içmenin iyi
olacağını düşündük. Zaten sabah hostelden çıkmadan evvel Meryem’e nereden alkol
alabileceğimizi sormuştuk ve o da taksi ile şehrin modern kesimine gidip
Marjane ya da Acima isimli büyük süpermarketlerden alabileceğimizi söylemişti.
Navigasyon
cihazından bize en yakın büyük süpermarketin Acima olduğunu fark etmemizle hemen
bir taksiye atladık ve şoför ile sohbet ede ede istediğimiz yere ulaştık. 6’lı
pakette Casablanca biralarımızı aldıktan sonra gelirken 20 dakikadan fazla
süren yolu, yürüyerek dönmeye karar verdik ve bir kez daha dakikalar içerisinde
son derece modern bir şehirden bir anda orta çağdan kalma, virane bir yerleşim
merkezine varmanın şaşkınlığı ile yürüyüşümüzü bir saatten uzun bir sürede
tamamladık.
Artık
hostelimizdeydik ve bir yandan biralarımızı yudumlarken diğer yandan internette
geziniyorduk.
4.GÜN: FEZ –
MEKNES
Fas’taki
dördüncü, Fez’deki ikinci günümüz bir Cuma gününe denk geliyordu ve çoğu
dükkan, restoranın kapalı olacağı bu günü en verimli şekilde kullanmak
istiyorduk. Odamızdan dışarı adım atmamız ile hostelin sahibi ve Meryem’in
babası olan kibar beyefendi ile koyu bir sohbete koyulduk. Bir yandan
kahvaltımızı yapıyor diğer yandan ise hostel sahibinin çekeceği
fotoğraflarımıza poz veriyorduk.
Hostel sahibi,
Dar Hafsa’nın geçen yıl hostelworld.com sitesi tarafından Fez’deki en iyi
hostel olarak seçildiğini, duvarda asılı plaketi gururla göstererek anlatıyor
ve aynı ödülün bu sene de verildiğinden, kısa bir süre içerisinde kendilerine
ulaşacağından bahsediyordu.
Kahvaltımızı
takiben Dar Hafsa’nın panoramik terasında medinayı biraz izledikten sonra
Meknes’e en ucuz ve kolay ulaşım şeklini soruyoruz. Hostelimizden çıkış yapıp
valizimizi geceye kadar emanete bırakıyoruz ve yola koyuluyoruz. Günümüzün
yarıdan fazlasını Meknes’e ayırmış bulunmaktayız ancak hala Fez’de görülmesi
gereken yerler var.
Bou Inania Medrese’si
ile hemen yanı başındaki Magana Evi ve Su Saati’nde iki saat harcadıktan sonra
kendimizi gene Bab Boujloud kapısının ardındaki meydana atıyoruz.
Önceki gün
Kuzey Burcu’ndan aşağı yürürken yerini tespit ettiğimiz otobüs garını bulmak
hiçte zor olmuyor ve dakikalar içerisinde biletlerimizi alıp koltuklarımıza
yerleşiyoruz.
Fas’ta en büyük
ve modern otobüs şirketleri CTM ile Supratours denilen iki firmadan ibaret. CTM
genellikle demir yollarının ulaşamadığı noktalarda, garın hemen önündeki
terminaller ile ulaşım sağlamakta ancak bizim seçeneğimiz, bulunduğumuz yere
yakınlığından dolayı ikisi de değil, şehir içi otobüs hattı...
20 sene önceki
Istanbul’un halk otobüslerini hatırlayanlar daha kolay zihinlerinde
canlandıracaklardır ve terminal dediğimiz yer tamamen açık, toz toprak içinde,
bilet almak için otobüslerin dibinde yoldan müşteri toplamak için bağırıp
çağıran muavinlerin olduğu , binebileceğiniz tüm araçların klimasız, yırtık
pırtık deri koltuklu ve havasız olduğu otobüslerden ibaret.
40
dirhem karşılığında anca bu kadar oluyormuş diyerek otobüsün kalkmasını
bekliyoruz. Bizden başka yalnızca bir yabancı çift daha var ve geri kalan
herkes yerli halktan. Otobüsün kalkması geciktikçe ön kapıdan girip arka
kapıdan çıkan birçok seyyar satıcı ile göz göze geliyoruz.
Üç saatlik bir
yolculuk sonrası Meknes şehir merkezine varıyoruz ancak bizim gitmek
istediğimiz yere varabilmek için ya bir otobüse daha binmemiz gerekiyor ya da
taksi tutmamız. Taksi fiyatları gereğinden pahalı gelince otobüs seçeneğini
kullanıyoruz ve yarım saatlik bir yolculuk ile görmek istediğimiz iki yerden
biri olan Moulay Idriss kasabasına varıyoruz.
Moulay Idrıss,
iki tepe üzerine kurulu, Fas’lılar için çok derin bir maneviyatı olan , 8 yy.da
Moulay Idriss I’in beraberinde Islam’ı da getirerek yeni bir hanedan oluşturduğu
ve Fez kentinin inşasına başlamadan önce kurduğu kasaba olmasından dolayı kendi
ismine ithaf edilmiş bir yerleşim birimi. Fas’ta görebileceğiniz tek yuvarlak
hatlı minare de burada bulunmakta.
Fez kentinin
büyük bölümünün inşasına ise kendisinin ölümünden sonra oğlu, Moulay Idrıss II
devam etmiş.
Kasabanın şirin
ve ufak meydanındaki gara yanaşan otobüsten iner inmez çevreyi incelemeye
başlıyoruz ve gönüllü bir kasaba sakininin rehberlik için bizi bulması uzun
sürmüyor. Bir yandan rehberimizi izlerken diğer yandan bol bol fotoğraf
çekiyoruz ve kendi başımıza bulmamızın imkansız olduğu tepe noktalarından
harika panoramik fotoğraflar çektiriyoruz.
Kasabanın en
kutsal yeri olan türbe ve medreselere girmeden önce rehberimiz bir kez daha
müslüman olduğumuzdan emin olmak istiyor ve ‘Kelime-i Şehadet’ başlatarak
sonunu bizim getirmemizi istiyor. Bu ufak sınavı da başarıyla atlatarak tüm
gezilecek yerleri görüyoruz.
Ara sokakların
birinde rastladığımız bir seyyar satıcı, sattığı acıbadem kurabiyelerinin
kutsal olduğuna ve yememiz halinde Cennet’e gideceğimizi bize inandıramasa da
ufak bir tebessüm ile alışveriş yapıyoruz ve iki saatlik yürüyüşümüzü
tamamlıyoruz.
Tekrar kasaba
merkezindeyiz ve son durağımız Roma’lılar döneminden kalma Volubilis antik
kenti...
Volubilis, Moulay
Idrıss meydanından tahmini olarak 3 km kadar uzakta gözüküyor ve o kadar
mesafeyi yürümeye cesaret edemiyoruz. Ellili yaşlardaki rehberimiz ise aynı
yolu, günde iki defa yürüdüğünü ve harika fotoğraflar çekme imkanımız olacağını
söyleyerek kanımıza giriyor ve başlıyoruz yürümeye.
Bir saatten fazla
süren yürüyüşümüz esnasında bol bol sohbet ediyor ve fotoğraf çekiyoruz. Ayak
tabanlarım artık iflas etmek üzere iken Volubilis’e varıyoruz ve hem dinleniyor
hem de antik kenti geziyoruz.
Bir saatlik bir
gezinin ardından artık geri dönüş vakti geldi keza son Meknes otobüsü saat
18:00’da ve çok az vaktimiz var. Rehberimizin, pratikte taksici olan arkadaşlarından
birinin hususi aracı ile Moulay Idrıss merkezine varıyoruz ve Meknes’e dönmek
üzere son otobüse biniyoruz.
Akşam çoktan oldu
ve hava kararmak üzere... Meknes otobüs terminalinden bizi Fez’e geri götürecek
otobüs için bir saatten fazla bekliyoruz ve geri dönüş yolundayız. Fez’e vardığımızda
açlık bastırıyor ve hostelimize dönmeden evvel Magana Evi’nin hemen bitişiğindeki
Cafe Clock’u ziyaret ederek harika bir akşam yemeği yiyoruz.
Daha önceden
planladığımız gibi bu gece 02:30’daki Marakeş trenine binerek bütün geceyi
trende geçireceğiz. Çok geç saatte hostelimize dönerek valizimizi alıp Fes el
Bali’den yaya olarak çıkmayı pek güvenli bulmuyoruz ve Cafe Clock’tan
gece yarısına doğru ayrılarak Dar Hafsa’ya ulaşıyoruz.
Biletlerimizi aldıktan sonra iki saat kadar boş vaktimiz var ve garın içinde bulunan Venezia Ice Cafe’ye çıkarak vakit öldürüyoruz. Vaktimizin müsait olmasını fırsat bilerek aşağı iniyorum ve bu görkemli tren garını en ince detayına kadar fotoğraflıyorum.
Valizimizi alıp
vedalaştıktan sonra yavaş adımlar ile Bab Boujloud kapısına yürüyoruz ve taksi
ile Fez tren garına ulaşıyoruz.
Biletlerimizi aldıktan sonra iki saat kadar boş vaktimiz var ve garın içinde bulunan Venezia Ice Cafe’ye çıkarak vakit öldürüyoruz. Vaktimizin müsait olmasını fırsat bilerek aşağı iniyorum ve bu görkemli tren garını en ince detayına kadar fotoğraflıyorum.
Evet, sonunda
trenimizin hareket saati geldi ve rastgele bir kompartımana girip yerleşiyoruz
ancak trenin içinde tek bir ışık bile yok ve etrafta bizden başka kimseyi de
göremediğimizden tedirgin oluyoruz.
Kısa bir süre
sonra Fas’lı bir yolcu yanımıza yaklaşıyor, uzun mesafeli gece trenlerinde tüm
yolcuların ön kompartımanlara yerleştiğini
ve bu şekilde daha güvenli olduğunu anlatıyordu. Fas’lı dostumuzun tavsiyesine
uyarak öndeki kabinli kompartımanlardan birinde boş bir kabin bularak tek
başımıza yerleşiyoruz ve tren hareket ediyor.
Kısa bir süre
sonra uyku bastırıyor ancak hala tedirginiz ve bir ara ışıkların yanmasını
fırsat bilerek hem bulunduğumuz kompartımandaki diğer kabinlerde ne tip insanlar
bulunduğunu görebilmek, hem de garda beklerken gördüğümüz ve bizimle aynı trene
binen Avrupa’lı genç çifti bulabilmek için kısa bir keşife çıkıyorum.
Bulunduğumuz
kompartmanda tek beyaz yolcu biziz ve diğer tüm kabinlerdeki yolcular
zencilerden oluşuyor ancak bir sonraki kompartmanda aradığım turist çifti
buluyorum ve nispeten kendimizi daha rahat hissedeceğimiz yolcuların olduğu
kompartımana geçip uykuya dalıyoruz.
Uyumak ne mümkün,
kabinin içi buz gibi soğuk derken sabahın ilk saatlerinde bilet kontrolüne
gelen görevlinin tavsiyesi ile en öndeki sıcacık kompartmanda bulunan rahat
koltuklara kendimizi atıyoruz ve yaklaşık sekiz saatlik uzun yolculuğumuzun
bitmesini bekliyoruz.
5.GÜN: MARAKEŞ
Yarım yamalak bir uyku ve çeşitli kas ağrılarından sonra
görmeyi iple çektiğimiz Marakeş’e sabah 10:00 civarında varıyoruz. Tren garını
terk etmemiz ile birlikte navigasyon cihazımı açıyor ve yürüme mesafesindeki
‘Hotel Le Caspien’e rotayı belirliyorum.
Çok geçmeden otelimize varıyor ve odamıza yerleşiyoruz.
Dört günlük koşuşturmaca ve yorucu bir gece yolculuğundan sonra bugün biraz
dinlenmek niyetindeyiz ancak ilk günümüzde Marakeş’in modern kesimindeki tek
ziyaret noktamız olan ‘Jardin Majorelle’ botanik bahçelerini es geçmiyoruz.
Keyifli bir gezinin ardından harap ve bitap düşmüş bedenlerimizi ödüllendirmek için daha önceden planladığımız üzere ‘Hammam Ziani’ye bir taksi tutuyor ve yola koyuluyoruz. Bir güzel keselenip, masaj yaptırdıktan sonra Marakeş medinasının içine dalarak otelimize geri dönüyoruz.
Keyifli bir gezinin ardından harap ve bitap düşmüş bedenlerimizi ödüllendirmek için daha önceden planladığımız üzere ‘Hammam Ziani’ye bir taksi tutuyor ve yola koyuluyoruz. Bir güzel keselenip, masaj yaptırdıktan sonra Marakeş medinasının içine dalarak otelimize geri dönüyoruz.
Hamam keyfinin de vermiş olduğu rehavet ile tekrar dışarı
çıkmaya hiç niyetimiz yok. Gücümüzü, Marakeş’te geçireceğimiz diğer üç güne
toplamak üzere hemen yakınımızdaki McDonalds’a gidip muhteşem McFondue
burgerleri tekrar mideye indiriyoruz ve erkenden otele dönüp dinleniyoruz.
6.GÜN: MARAKEŞ
Bekle bizi Marakeş, altını üstüne getirmeye geliyoruz...Erken kahvaltının ardından şehrin yeni ve modern kesimlerinden biri olarak adlandırılan Gueliz semtindeki otelimizden yürüye yürüye medinaya giriyoruz. İlk durağımız tabi ki Djemaa El Fnaa ( Fenalıklar Meydanı )
Djemaa El
Fnaa’dan daha sonra detaylı bahsedeceğim ama önce Ben Youssef Medrese’si.
Fas’ta bulunan en büyük medresede bir saat kadar bir süre geçirdikten sonra yürüyerek
önce Marakeş Müzesi’ni gezerek büyüleniyor
ve sonra hemen karşısındaki Almovarid Kubbesi’nde birkaç fotoğraf
çekiyoruz.
Harika
fotoğrafları birer birer inceledikten sonra müzenin terasına çıkıyoruz ve
muhteşem Marakeş medinasının panoramik manzaraları eşliğinde nane çaylarımızı
yudumluyoruz.
Bu kısa molanın
ardından Marakeş medinasındaki onlarca çarşının içinden geçerek kendimizi Rahba
Kedima Meydanı’na atıyoruz.
Öğleden sonra,
Djemaa El Fnaa’ya geri dönüyoruz ve çoktan günlük aktivitelerine başlamış olan
meydanda türlü türlü eğlenceler buluyoruz kendimize. Bir anda etrafımı saran
geleneksel kıyafetli iki çalgıcı ile müzikleri eşliğinde dans ederken buluyorum
kendimi. Çalgıcılardan yakamı kurtarmamla birlikte yılan oynatıcılarının
gösteri yaptığı kısıma ilerliyorum ve yavru bir yılan ile hatıra fotoğrafı
çektirmem uzun sürmüyor.
Djemaa El
Fnaa’nın günlük eğlencelerine yeterince bahşiş kaptırmamızın ardından hemen
karşısındaki Koutobia Camii’ni, biraz uzağında olan Kasbah Camii’ni ve hemen
bitişiğindeki Saadi Mezarlarını geziyoruz.
Artık yorulmaya
başlamıştık ancak yakınımızda olan El Badii Sarayı’nı da görmek istiyorduk. O
ana kadar teknik aksaklıklar hariç bizi hiç yanıltmayan navigasyon cihazımızın
verdiği talimatlar doğrultusunda kendimizi dar sokaklarda buluyoruz. Sarayın
geniş bir alanda olması gerek ama ısrarla cihazın talimatlarına uyarak daha
tenha sokaklara giriyoruz ve birden köşe başında bizi 8-10 yaşlarında bir çocuk
karşılayarak nereye gitmek istediğimizi soruyordu.
El Badii
Sarayı’na gitmek istediğimizi söyleyince takip etmemizi söylüyor ve bizde ona
uyarak yürüyoruz ancak sokaklar daha da tenhalaşıyor ve etrafımızdaki
çocukların sayısının artması ile tedirgin oluyoruz.
Ani bir hareketle
geri dönmek istediğimizde çocuklar bize engel olmaya çalışıyor ancak sert çıkışarak
olası bir tatsızlıktan erkenden yırtmış oluyoruz.
El Badii Sarayı,
eski görkeminden çok uzak ancak Marakeş’te görülmesi gereken yerlerden. Burayıda
gezdikten sonra Djemaa El Fnaa’ya geri dönüyoruz ve meydanı kuşbakışı izlememize
olanak veren kafelerden birinin terasına çıkarak kahvemizi içiyoruz.
Djemaa El Fnaa,
gündüz maymun ve yılan oynatıcılarının, dansçı gençlerin, falcıların, şırınga
ile turistlere kına yapmaya çalışan esrarengiz kadınların, geleneksel kıyafetli
su satıcılarının ve çalgıcıların cirit attığı bir meydan. Bizim Sultanahmet
Meydanı’nın bayağı bir enteresan olanı. Akşam ise eşekler ile çekilen seyyar
ocaklı onlarca restorana ev sahipliği yapan, her bir seyyar restoran için
onlarca demirden profilin birbirine çatılarak oturma alanlarının oluşturulduğu
bir açık hava aşevi.
Akşam
hazırlıklarının tamamlanmasını keyifle izleyerek seyyar restoranların arasında
geziyoruz ve 117 no’lu restoranın önünde ‘ one, one, seven, goes to heaven’
sloganıyla müşteri çekmeye çalışan garsonun Cennet vaadine kanarak yemeğimizi
yiyoruz.
Saat 22:00’a
yaklaşmakta ve artık otele dönüş vakti geldi keza yarın gezecek daha çok yer
var...
7.GÜN: MARAKEŞ
Marakeş’teki son
tam günümüz çünkü yarın 200 km. batıda bulunan bir balıkçı kasabası olan
Essaouira’yı ziyaret edeceğiz.
Erkenden kalkıp
otelde kahvaltımızı yapıyoruz ve başlıyoruz gene Djemaa El Fnaa’ya yürümeye.
Yolumuzun üzerinde daha önceden planladığımız gibi Cyber Park ve girişindeki
müzesini geziyoruz. Cyber Park’ta yeşillikten başka ilgi çekici birşey
bulamayınca hiç vakit kaybetmiyor ve Maison Tiskiwin müzesine doğru yola
koyuluyoruz.
Yolumuzun
üzerindeyken Djemaa El Fnaa’daki seyyar portakal suyu satıcılarından taze
sıkılmış kıpkırmızı kan portakalı suyunu kana kana içiyoruz.
Alışveriş
işini son günlere bırakmıştık ve artık zamanı geldi... Yolumuzun üzerindeki
çarşılara dalarak günlerdir içtiğimiz nane çayının demlendiği ve servis
edildiği çaydanlıklardan iki tanesini sıkı bir pazarlıkla alıyoruz. Sıra geldi
Fas’a gelipte almadan dönmememiz gereken tajin kaplarına.
Çeşitli
dükkanlardan fiyatlar alıyoruz ama sıkı pazarlıkçıyız, daha da uygununu
arıyoruz. Derken dikkatimizi bir kilim dükkanı çekiyor ve içeri giriyoruz. Bir
saate yakın pazarlıklar ve dükkan sahibi ile kısa sürede kaynaşmamız neticesinde
250 dirhem istenen kilimi 120 dirheme alıyoruz.
Dükkan
sahibi arkadaşımız tajin kapları için de bize yardımcı oluyor ve o ana kadar
aldığımız en iyi fiyat olan 25 dirhem’den beş adet büyük boy tajin kabını da
125 dirhem’e satarak bizi dükkanından uğurluyor.
Evet,
tek valiz ile geldiğimiz Fas’tan bir adet orta boy kilim, beş adet büyük boy
tajin kabı ve iki çaydanlık ile ayrıldık...
Maison Tiskiwin, tıpkı önceki gün ziyaret
ettiğimiz Maison de le Photographie gibi illa da görülmesi gereken yerlerden değil.
Ancak günümüzün en önemli ziyaret noktası olan El Bahia Sarayı’na çok yakın
olunca görmeden gitmeyelim diyoruz ve birbirinden ilginç, eski zamanlardan
kalma takılar, ev eşyaları ve biblolar görüyoruz.
Şimdi
sıra geldi El Bahia Sarayı’na... Uzun uzun anlatmayacağım lakin şu kadarını
söylemem yeterli. Istanbul’a gelip Topkapı Sarayı’nı görmeden gitmek ne demek
ise, Marakeş’e gelip El Bahia Sarayı’nı görmeden gitmek te aynı anlama geliyor.
Evet, biraz abartmış olabilirim, El Bahia Sarayı bizim Topkapı Sarayı’mızla
kıyas kabul etmez ancak Marakeş’in bir numaralı turistik noktası olduğu aşikar.
El
Bahia Sarayı’nı da görerek Marakeş’te ziyaret etmeyi planladığımız tüm yerleri
tamamlamış oluyoruz.
Djemaa
El Fnaa’nın akşam saatlerindeki karmaşasını ve restoranların kurulmasını
izlemeyi o kadar beğenmişiz ki, kendimizi tekrar bu büyülü meydana atmaya karar
veriyoruz. Yol üzerinde, sadece vejeteryan yiyeceklerin sunulduğu Earth Cafe’yi
ziyaret ederek geç te olsa bir öğlen yemeği yiyoruz.
Yine
Djemaa El Fnaa’dayız ve meydanın köşesinde sıralı halde müşteri bekleyen
faytonları gözüme kestiriyorum. 150 dirhem’den başlayan pazarlıkları nispeten
daha kısa bir şehir turu için 75 dirhem’e bitiriyoruz ve yirmi dakikalık bir
fayton keyfinden sonra, meydanı tepeden izlememize olanak sağlayan bir diğer
kafe olan ‘Grand Balcon Cafe Glacier’de hem kahvelerimizi yudumluyor hem de
meydanın akşama hazırlanışını keyifle izliyoruz.
Aşağı
inmemizle beraber önceki günden gözüme kestirdiğim haşlanmış salyangoz
satıcılarının yanına yanaşıyorum. Berna’nın şiddetli muhalefetine rağmen kafama
koyduğumu yapıyor ve 5 dirhem karşılığında bir ufak tas haşlanmış salyangoz
alıyorum. İlk anda tereddüt etsemde tadına çabucak alışıyor ve dakikalar
içerisinde hepsini mideye indiriyorum. Bir tas daha almaya niyetleniyorum ki
Berna elimden çeke çeke beni uzaklaştırıyor.
Bir akşam yemeğini
daha kesinlikle Djemaa El Fnaa’da yiyeceğiz ve meydanın gece geç saatlere kadar
nasıl olduğunu merak ediyoruz ancak bu planımızı bir sonraki güne erteleyerek
otelimize dönüyoruz ve harika bir Fas şarabı eşliğinde akşam yemeğimizi yiyerek
dinlenmeye çekiliyoruz.
8.GÜN: MARAKEŞ –
ESSAOUIRA
Son günümüzü
Essaouira için ayırdık ve 08:30’da Marakeş tren garının hemen yanındaki CTM
otobüs garında ya da 09:00’da biraz uzağındaki Supratours otobüs garında
olmamız gerekiyor.
Berna’nın
miskinliği tutuyor ve olması gerekenden 20 dakika geç çıkıyoruz odadan.
Kahvaltı bile yapmadan düşüyoruz yola ve olması gerekenden beş dakika geç
varıyoruz CTM terminaline. Terminale varmamız ile daha yeni hareket etmiş olan
Essaouira otobüsüne el sallıyoruz.
Hiç vakit
kaybetmeden Supratours terminaline yürüyoruz ama o otobüse de geç kalıyoruz.
Her iki firmada da sonraki otobüsler üç saat sonra ama bizim o kadar vaktimiz
yok. Zaten gideceğimiz yol üç saat ve gezmeye vaktimiz olmayacak. Bu sırada bir
sonraki gün Kazablanka havalimanı’na gidebilmek için gerekli tren biletlerimizi
alıyoruz.
İnadım tutuyor,
ne yapıp edip Essaouira’yı görmeliyim. Hemen navigasyon cihazından çevredeki
araba kiralama firmalarını listeliyor ve önüme gelene dalıyorum. 450 dirhem’den
aşağı fiyat veren yok ve otobüs ile iki kişi, gidiş dönüş 300 dirhem tutacak bu
yolculuk için fuzuli masraf yapmaya da niyetimiz yok ama Essaouira’ya
gidilecek!
4-5 firmayı
dolaşıp artık pes etmek üzereyken son bir tanesinde daha şansımızı deniyoruz ve
250 dirhem’e kiralıyoruz arabamızı. Firma görevlisi bizi aracımıza götürüyor
ama o da ne? İçi dışı toz toprak içinde, her yeri vuruk ve çizikler ile dolu
Peugeot 206’mızı alarak yola koyuluyoruz.
Hani birkaç sene
önce tv’de bir Peugeot reklamı vardı. Hintli bir genç kendi arabasını, dergi
sayfasında gördüğü Peugeot 206’ya benzetmek için çekiçle dövüyor, kaynak
yapıyor ve hatta üzerine fil oturtuyordu. İşte biz o reklam filminde oynatılan
arabayı aldık desem yeridir!..
Ucuz etin
yahnisine razı olarak basıyoruz gaza. 150 dirhem’lik benzin alıyoruz ve iki
saatten biraz daha uzun bir süre sonra Essaouira’dayız. Önce şehir girişindeki
panoramik seyir noktalarının birinde durarak fotoğraf çekiyoruz, sonrasında ise
şehire inip ATM’den para çekmek için uygun bir yerde duruyoruz.
Araçtan inmemizle
birlikte yanımızda yerli bir delikanlı beliriyor ve bize kokain satmaya
çalışıyor. Bu, Fas’ta başımıza ilk defa gelen bir olay değil keza
Marakeş’teyken de bir sefer böyle bir teklif ile karşılaşmıştık. Delikanlıyı
savuşturduktan sonra işimizi hallediyor ve bu şirin balıkçı kasabasını
saatlerce dolaşıyoruz.
Essaouira,
zamanında Bob Marley’in sık sık ziyaret ettiği bir yer imiş. Dolayısıyla
etrafta Bob Marley gibi giyinmiş hippi gençler, Bob Marley kafe ve restoranlar
bir hayli fazla.
Yaklaşık üç
saatlik sur içi gezimizi tamamlayarak kumsal şeridine iniyoruz ve burada da bir
saat kadar vakit harcadıktan sonra şehrin meydanının hemen yanı başında sıralı
halde bulunan derme çatma balık restoranlardan birine girip daha birkaç saat
önce yakalanmış çeşitli deniz kabuklularından sipariş vererek afiyetle yiyoruz.
Eğer Marakeş’te üçten fazla gününüz varsa kesinlikle Essaouira’ya günübirlik bir ziyarette bulunmalısınız...
Eğer Marakeş’te üçten fazla gününüz varsa kesinlikle Essaouira’ya günübirlik bir ziyarette bulunmalısınız...
Artık dönüş
vakti. Son günümüzü de planladığımız şekilde bitirmenin mutluluğu ile biniyoruz
arabamıza. Saat 21:00 gibi Marakeş’te olmayı planlıyoruz ve son kez Casablanca
bira içmek istiyoruz. Marakeş’in yakınlarındaki bir Marjane süpermarkete
giriyoruz ancak bulamıyoruz. Fazla ısrar etmeden önce otelimize dönüyoruz çünkü
otelimizde içeceğiz biraları. Arabamızla Djemaa El Fnaa’ya giderek bir otoparka
park ediyoruz.
İkimizinde
favorisi olan etli, siyah erikli tajini, meydanı kuşbakışı izleyerek yiyoruz ve
gece yarısından sonra arabamızı teslim ederek otelimize dönüyoruz. Lobide ikişer
Casablanca içtikten sonra çıkış işlemlerimizi tamamlıyoruz ve valizimizi
kapatmak üzere odamıza çıkıyoruz.
Sabah 07:00’da Marakeş tren garından Kazablanka’ya giden treni kaçırmamamız gerek...
Sabah 07:00’da Marakeş tren garından Kazablanka’ya giden treni kaçırmamamız gerek...
9.GÜN: KAZABLANKA
- ISTANBUL
Gün henüz yeni
ağarmaya başlamışken uyanıyoruz ve otelin önünden taksi tutarak Marakeş tren
garına gidiyoruz. 07:00’daki trene binerek üç saatte Casa Voyaguers tren
istasyonuna varıyoruz. Bir saat sonraki havalimanı trenine bilet alarak
beklemeye koyuluyoruz. Harika bir tatil geçirmiş olmanın verdiği mutluluk
uykulu gözlerimizden okunuyor. Öğlene doğru havalimanına vararak 14:00’daki dönüş
uçağımıza biniyoruz.
Kalplerimizin bir yanını Fas’ta bırakarak...
Fas genel ve tarihi bilgi, şehirler ve gezilecek yerler ile alakalı bilgiler kitapçığımız (alıntıdır)
Beğendiğimiz bir blog'a ait gezi notları kitapçığımız (alıntıdır)
Kazablanka, Rabat, Fez, Marakeş için navigasyon cihazında kullanabileceğiniz .kml dosyaları
Yararlı olabilecek web siteleri bağlantıları
CTM ve Supratours otobüs şirketleri web siteleri http://www.ctm.ma/ http://www.supratours.ma/Default.aspx
- ŞUNLARI YAPIN/YAPMAYIN -
Kalplerimizin bir yanını Fas’ta bırakarak...
- FAYDALI BİLGİLER VE BAĞLANTILAR -
Merak edenler için yol haritası kitapçığımızFas genel ve tarihi bilgi, şehirler ve gezilecek yerler ile alakalı bilgiler kitapçığımız (alıntıdır)
Beğendiğimiz bir blog'a ait gezi notları kitapçığımız (alıntıdır)
Kazablanka, Rabat, Fez, Marakeş için navigasyon cihazında kullanabileceğiniz .kml dosyaları
Yararlı olabilecek web siteleri bağlantıları
http://www.uzmantv.com/konu/fas-gezisi
http://blog.milliyet.com.tr/fas-gezi-notlari/Blog/?BlogNo=342736
http://yolgidenindir.blogspot.com/2011/07/fas-morocco.html
http://www.uzaklar.com/fasta-alti-gun/
http://kanibirs.blogspot.com/2006/07/fas-gemile-gelecek-arasinda.html
Fas Devlet Demiryolları web sitesi http://www.oncf.ma/Index_En.aspxhttp://blog.milliyet.com.tr/fas-gezi-notlari/Blog/?BlogNo=342736
http://yolgidenindir.blogspot.com/2011/07/fas-morocco.html
http://www.uzaklar.com/fasta-alti-gun/
http://kanibirs.blogspot.com/2006/07/fas-gemile-gelecek-arasinda.html
Pazarlık,
pazarlık, pazarlık... Taksiden restoranta, alışverişten günlük turlara her şey
için pazarlık yapın. Pazarlığa, size teklif edilenin yarı fiyatını teklif
ederek başlamaktan çekinmeyin.
Hayat Türkiye'den ucuz ancak ucuz derken yarı yarıya bir ucuzluk beklemeyin. Toplu taşıma ve taksi fiyatları da çok uygun. Olur da taksiye binmeden baştan pazarlık yapmayı unutursanız taksimetre açtırmakta ısrar edin.
Şehirler arası seyahat için treni kullanın. Tren ve otobüs seferlerinin saatleri, ilgili web sitelerindeki bilgiler ile birebir örtüşüyor.
Gece geç saatlerde tenha yerlerde bulunmamakta fayda var ancak bulunduğunuz şehirleri kesinlikle gece vakti de gezin.
Havaalanında gereğinden fazla döviz bozdurmayın.
Fez'de hiç vakit kaybetmeden kendinize bir rehber bulun. Küçük çocuklar sizi kolaylıka bulacaktır.
Gönül rahatlığı ile araba kiralayabilirsiniz. Fas'lı şoförler Türkiye'dekilerden sadece birazcık daha kötü.
Kışın gidin. Bahar ve yaz aylarında seçenek bol ancak kış aylarında gidilebilecek bir kaç yerden birisi olmasının avantajını kullanın. Şubat ayında yağmur görmedik ve gündüzleri hep tişört ile dolaştık.
Türk dizileri çok popüler ve Türk'leri seviyorlar. Bu avantajınızı gerekli yerlerde kullanın.
İzin almadan bir Fas'lının fotoğrafını çekmeyin. Fotoğraflarının çekimesinden hoşlanmıyorlar.
On günden fazla zamanınız varsa Marakeş'te iken Atlas Dağları turuna katılabilirsiniz. Bizim aklımızda kalmıştı.
İki haftadan fazla vaktiniz varsa Akdeniz kıyısındaki Tangier'i de görmeye gidebilirsiniz.
...VE SON OLARAK GEZİMİZDEN BİR KAÇ VİDEO (yakında)
Hayat Türkiye'den ucuz ancak ucuz derken yarı yarıya bir ucuzluk beklemeyin. Toplu taşıma ve taksi fiyatları da çok uygun. Olur da taksiye binmeden baştan pazarlık yapmayı unutursanız taksimetre açtırmakta ısrar edin.
Şehirler arası seyahat için treni kullanın. Tren ve otobüs seferlerinin saatleri, ilgili web sitelerindeki bilgiler ile birebir örtüşüyor.
Gece geç saatlerde tenha yerlerde bulunmamakta fayda var ancak bulunduğunuz şehirleri kesinlikle gece vakti de gezin.
Havaalanında gereğinden fazla döviz bozdurmayın.
Fez'de hiç vakit kaybetmeden kendinize bir rehber bulun. Küçük çocuklar sizi kolaylıka bulacaktır.
Gönül rahatlığı ile araba kiralayabilirsiniz. Fas'lı şoförler Türkiye'dekilerden sadece birazcık daha kötü.
Kışın gidin. Bahar ve yaz aylarında seçenek bol ancak kış aylarında gidilebilecek bir kaç yerden birisi olmasının avantajını kullanın. Şubat ayında yağmur görmedik ve gündüzleri hep tişört ile dolaştık.
Türk dizileri çok popüler ve Türk'leri seviyorlar. Bu avantajınızı gerekli yerlerde kullanın.
İzin almadan bir Fas'lının fotoğrafını çekmeyin. Fotoğraflarının çekimesinden hoşlanmıyorlar.
On günden fazla zamanınız varsa Marakeş'te iken Atlas Dağları turuna katılabilirsiniz. Bizim aklımızda kalmıştı.
İki haftadan fazla vaktiniz varsa Akdeniz kıyısındaki Tangier'i de görmeye gidebilirsiniz.
...VE SON OLARAK GEZİMİZDEN BİR KAÇ VİDEO (yakında)